Tekerlekli sandalyenin arkasından bakakaldım. Hiçbir şey yapamadım. Oysa fotoğrafını çekseydim, ertesi gün SABAH gazetesinin birinci sayfasında belki de en tepeden haber şöyle sunulacaktı: "Müzeyyen Senar'ın Bodrum sahilinde akşam keyfi!" Beni böyle, bastırılmış duygular içinde oturduğum sandalyeye çivileyen manzara şuydu: Müzeyyen Senar tekerlekli sandalyede... O hüzünlü bakışlarıyla sadece güneşin batışına bakıyor. Başına örttüğü al yazmasıyla öyle hüzünlü ki... Çevrenin bakışlarından sakınmak için gözleri hep bir noktada. Ara sıra kaçırsa da gözlerindeki o dalgın ama hüzünlü bakışı yakalıyorsunuz. Bir de şunu... O bakımlı elbiselerin altındaki ayakkabılarının olağanüstü zarafetini! Düşünün lütfen! Müzeyyen Hanım, evinde yapayalnız güneşin batışını izlemek yerine, insanların içinde ve insanlardan kaçmadan hayatını yaşayabiliyorsa bunun adı nedir? Hayata bağlılık... Kendini sevmek... Sevenlerini daha çok sevmek...
HAYDİ ABBAS Müzeyyen Hanım'ın bu cesur ve duygulu bir şekilde yaşama bağlılığını, acaba diyorum, Zeki Bey görseydi o da evinden çıkar Bodrum İskele Meydanı'na gelir miydi? Sonrası şöyle; tekerlekli sandalyeyi iten bayan, gülümseyen tüm yüzlere selam vererek, Müzeyyen Hanım'ı götürdü. Bir tarihin ardından bakakaldım. Bu yaşayan son efsane giderken sanki peşinden de binlerce yaşanmış, ama bilinmeyen hikayeleri de götürüyordu. Giden sadece olağanüstü bir ses bir yorumculuk değildi. Giden Türk Sanat Müziği'nin ta kendisiydi. Şimdikiler, 'yorumcu', eskiler ise 'hanende' diye tarif etse de... Müzeyyen Hanım benim için şarkıların anasıydı. Lütfen söyleyin, Yahya Kemal Bey'in (Beyatlı) güftelerini, Münir Nurettin Bey'in (Selçuk) bestelerini şimdi kimler söyleyecek? Kimler? Hadi diyelim ki söylediler... Hiç kimse Müzeyyen Hanım gibi söyleyemez ki... Zeki Bey (Müren) gibi söyleyemedikleri gibi... Sahi... Zeki Bey de Bodrum'daki evinden son yolculuğuna zorla çıkarılmadı mı? Efendim! Hüzünlendiğim zaman hep arabama bir kaset takarım. O şarkılar beni alıp başka yerlere götürür. İşte o zaman mırıldanırım, "Haydi Abbas," derim, "Ay'a haber sal, çıksın bu gece. Gençliğimi en baştan, yeniden yaşamak istiyorum," derim. Sahi... Son yıllarda hiç böyle besteler yapıldı mı? Nerede o olağanüstü yorumcular?
AH BİR BİLSEM Neden ve niçin tüm gençler Türk Sanat Müziği'ne arkalarını döndüler? Bu gençler aşkın ne olduğunu da mı bilmiyorlar? Acemi aşk yazarı olarak size özel bir itirafta bulunayım: İki şarkı beni uçurur. Birincisi;
Benzemez kimse sana... İkincisi;
Bir kızıl goncaya benzer dudağın... Bu iki şarkıyı dinlerken hep şunu düşünürüm; bu güfteleri kimler, kimin için yazdı? Bu güfteleri kimler, kimin için besteledi? Ah bir bilebilsem!.. Size samimi bir itirafta daha bulunayım mı? Bir Gökova akşamında, teknemin kıçında bir tek rakının keyfini çıkarırken, teybe koyduğumuz bir kasetteki şarkıyı hafiften dinlerken, yan tekneden bir ses duyarım; "Müziğin sesini biraz açabilir misiniz, lütfen!" İşte o an mavi turdaki birçok tekneden şen kahkahalar yükselir. Arada sırada, Rumca "Yasu..." çok yaşa) seslerini bile duyarsınız! O zaman anlarım ki müzik gerçekten evrensel bir duygu...
Yayın tarihi: 10 Ağustos 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/08/10/pz/kanat.html
Tüm hakları saklıdır.