Bodrum'dan dönerken duygularımın tarifi yoktur. O duygular içinde hep geride bırakılmış özlemler, yaşanmış mutluluklarım vardır. Ama Bodrum'a geliş... Tepeden son virajı döndüğünüz zaman Bodrum Kalesi sanki maviliklerin içinden çıkıp gelir. Sanki... Birileri o kapıları açmayacak, seni içeri almayacak sanırsınız. O zaman anlarım ki Bodrum Kalesi sanki yalnız ve mutsuz bir kadındır. Ama şunu da hissederim, Bodrum Kalesi, bazen içinde binlerce mutsuz erkeği barındıran bir kadın gibidir. Bazen de çok çocuklu bir ana... İşte bu yüzdendir ki Bodrum'da gündüz plajlarda gece ise barlarda yalnız ve mutsuz kadınları gördükçe içimi bir hüzün kaplar. Kendimi taş kalpli hissederim. Şunu da hissederim, o yalnız ve mutsuz kadınlar var ya... Hep hüzün ve mutsuzluğu sanki bir tül perdesinin arkasına ustaca gizlerler. Ya biz erkekler? Yalnız ve mutsuz erkekler, neden taş kalplidirler. Elbette acemi aşk yazarı olarak bu duyguyu hep merak ederim. Ama itiraf edeyim ki bir erkek olarak erkeklerin mutsuz ve yalnız olması hiç de umurumda değil. Umurumda olan yalnız kadınlar. Umurumda olan mutsuz kadınlar. Acaba diyorum, mutlu beraberlik nedir? Mutlu beraberlikler hep güzellikler içinde mi yaşanır? Milan Kundera'nın
Gülünesi Aşklar kitabındaki bir paragraf hayatın ta kendisi midir? Lafı biz erkeklere getirerek, Milan Kundera'nın şu sözlerini tartışmaya açıyorum: "Bir erkeğin en büyük mutsuzluğu, mutlu bir evliliği olmasıdır. Çünkü o erkeğin hiçbir zaman boşanma umudu yoktur." Hani, şunu demeye getiriyorum; "Biz erkekler mutluluktan mutsuzluğa kaçışı, mutluluk mu sanıyoruz?" Aslında biz erkekler için fazla kafa yormaya gerek yok. Nasıl olsa bir meyhanede bağıra, çağıra, "Bu son fasıldır ey ömrüm. Nasıl geçersen geç..." derken dünyayı umursamayız. Peki o yalnız ve mutsuz kadınlar, "Bu son fasıldır ey ömrüm..." derken geriye hiç bakarlar mı? İşte duyguların kilitlendiği nokta budur? "Acemi aşk yazarı Bay Kazım, neler söylüyor böyle?" diyebilirsiniz. Haklısınız! Ama bir gün mutlaka Bodrum'un deniz gören ve koya uzaktan bakan bir köşedesinde, 'Yalnız ve mutsuz kadınlar barı'nı açacağım. Bu bara da kesinlikle erkekler giremeyecek! Bu duygulara nereden mi kapıldım? İlk duyduğumda içim acıdı. Torba'nın sakin bir barında sandalyeme yaslanmış denizi seyrediyorum. İsmini bile bilmediğim bu barın ismini öğrenmek istedim. Yanımdaki, "Burası Koko Bar," dedi. Öyle bir bakmışım ki... "Burası Koko Bar," diyen sanki söylediğinden utandı, "Olgun ama yalnız kadınlar buraya gelir, o nedenle," demez mi? Bir daha Koko barlardan içeriye adımımı atmam. Mutsuzluğu bilmem, ama yalnızlık duygusu o kadar da kötü değil ki. Kendimi çok kötü hissedersem, en güzeli tekneye atlamak, rüzgârı arkana alıp yelken açmak... O rüzgârın sesi var ya... Sevdiğim kadın saçlarını açmış ve bana aşk şarkıları söylüyor gibi gelir!
MESAJ: Şu tütünkolikler sorununa insani baktım. Başkalarını değil, kendimi örnek verdim. "Başkalarının içtiği sigara (pasif içicilik) yüzünden yaşamla savaşıyorum," dedim. Bir de ne göreyim! Entelektüel bir bayan... Hadi adını vereyim Pınar Kür hanımefendi, sigara içme hakkını öyle bir savundu ki... Lafı uzatmıyorum. Pınar teyze, senin kitaplarını okumadığım için kendi kendime ceza vermeyi düşünüyordum. Ama şimdi seni okumadığım için çok mutluyum. Seni bir daha dinlemeyeceğim de... Nedeni basit. Tütünkolik olarak, kötü örneği savunup kötü teyze oluyorsun. Böylece sen insanlık suçu işliyorsun ve işlemeye devam ediyorsun. Oysa isminin o kadar güzel anlamı var ki: Pınar... Ama tütün yüzünden kurumuş Pınar!
Yayın tarihi: 1 Haziran 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/01/pz/haber,84258E39B9AF4FB9BE734007813A746D.html
Tüm hakları saklıdır.