Çok değil bundan üç sene önce
AB üyelik hedefine kilitlenmiş bir ülke, toplumu ve siyasetçisiyle bu
hedeften hızla uzaklaştı. Hem de AB üyelik talebi içeride farklı grupların farklı nedenlerle de olsa arzu ettikleri daha güçlü ekonomi ve müreffeh hayat,
daha ileri bir demokrasi, hukuk düzeni ve iyi yaşam arzusundan kaynaklanmasına rağmen. Yani AB üyeliği dendiğinde, aslında nasıl bir ülke olmak,
nasıl bir toplumda yaşamak istiyoruz sorusuna kestirme bir cevap veriliyordu.
İktidar partisi
AKP AB'yi ve üyelik için gereken şartların ne olduğunu ancak
başı sıkıştığında yeniden keşfediyor. Bu birliğin temel ilkelerini ne ölçüde anladığı, anladıysa da içselleştirdiği meçhul. Türkiye'yi Batı'ya taşıma misyonuyla kurulmuş
CHP bir numaralı AB düşmanı olma konusunda MHP ile yarışıyor. Bırakın AB'yi, üyesi olduğu Sosyalist Enternasyonal'in temel ilkelerinin neredeyse hiçbirini kendi siyasetinde ve söyleminde benimsemiyor. Açıkçası bunların tersine geçmişe dönük (irticai!), siyaseti dışlayan,
ayrımcı bir tavrı benimsiyor. Hiç kuşkusuz Türkiye'nin sorunlarının çözüm mercii AB değil. Bu meseleler çok
uzun zamandır birikmiş ve ertelenmiş meseleler. Halledilecekleri yerde Türkiye ve neredeyse tüm ertelenmiş sorunlarda toplumun ve siyasetin bazı temel tercihleri yeniden yapması, yaşamsal kararlar vermesi gerekecek.
Ancak asıl meselenin içeride olduğu doğruysa da Türkiye-AB ilişkilerindeki durum kulağa hoş gelen ancak hayli sorunlu ve açıkçası slogancı "
düveli muazzama" benzetmesiyle küçümsenecek bir durum da değil. En başta ilişki bu türden değil. Daha önemlisi ilişki yalnız devletler arasında değil, çok daha boyutlu ve kapsamlı. En azından bu ilişkiyi
dünyanın dönüşümü, gücün yeniden bölüşülmesi ve safların belirlenmesi bağlamında da görmek ve üzerinde düşünmek gerekiyor.
Ekonomide köklü değişiklik Dünya hızla her anlamda bir yeniden yapılanmaya gidiyor. Yaşanan ekonomik krizin sonuçlarından birisi,
geçtiğimiz otuz yıldan çok farklı, piyasaları kutsamaktan vazgeçen bir ekonomi felsefesinin ön plana çıkması,
daha denetlemeci ekonomi politikaların gündeme gelmesi olacak. Dünya ekonomisine yön veren kurumlar da bu değişikliklerden paylarını alacaklar. Muhtemelen yeni duruma uyum sağlamak üzere
köklü değişikliklere gidecekler.
Siyasi alanda da eski kurumların ya kendilerini yenileyecekleri ya da işlevsizleşecekleri bir döneme giriliyor.
Bükreş'teki NATO zirvesi ardından yazılan yazılardaki yorum farkları bu kurumun bile sallantıda olabileceğini insana düşündürüyor. Bu durumda Türkiye'deki iç hesaplaşmayı dışarıdan kopuk olarak sürdürmek
bilerek girdaba kapılmayı göze almakla eş anlamlı. AB ilişkisinin bugünkü bağlamda temel özelliği de zaten Türkiye'ye yönünü şaşırmaması konusunda rehberlik edebilecek olması. Bunun dışında bir projeyi henüz kimse ortaya koymadı. Ortalıkta
proje diye dolaşan bazı tasavvurların ise Türkiye'nin dirliğini tehlikeye düşüreceği neredeyse kesin.
Barrosso'nun ziyaretini bu açıdan düşünmekte de yarar var. Bu ziyaret
ilişkilerin yeniden canlandırılması için bir vesile olabilir, olmalıdır. Milliyet gazetesinin dünkü başyazısında dile getirilen ve AB'yi Türkiye'deki gelişmeleri tüm boyutlarıyla görmeye ve anlamaya davet eden çağrısı yerindedir. Mehmet Ali Birand'a söylediklerine bakıldığında, Komisyon Başkanı Türkiye'deki demokrasi taleplerinin de
laiklik konusundaki hassasiyetin de farkındadır.
Bu ziyaret yeni bir başlangıç olarak değerlendirilmelidir.
Yayın tarihi: 10 Nisan 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/10//haber,E10D187DECE24FD5B9866A0FB6368937.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.