Kendi geleceğini karartmak için bu ölçüde gayret gösteren bir ülkede tartışmak, sorunlara çözüm aramak, hele hele
siyaset dilini medenileşmeye davet etmek pek anlamlı gelmeyebilir çok kişiye. Ancak sonuçta herkes, yalnızca bu ülkenin vatandaşı olmaktan kaynaklanan bir sorumluluk anlayışıyla kendi elinden geleni, becerebildiğince yapma yükümlülüğü taşıyor.
Dünya açısından da hayli karışık ve ciddi risklerle dolu bir dönemde
Türkiye kolay bitmeyecek bir çalkantıya girdi. Üstelik bu çalkantının sonuçlarını, Anayasa Mahkemesi'nin kararı ne olursa olsun tam olarak kestirmek mümkün değil. Zira ne karar çıkarsa çıksın bu ülkedeki siyaset oyununun
ilkesizliği, kuralsızlığı, ilkelliği artık gözlerden gizlenemeyecek şekilde ortaya çıktı.
Bundan sonra Türkiye'nin eski oyun kurallarıyla yönetilmesi mümkün değil. Hukuk anlayışının siyasetle bu denli iç içe geçtiği, adalet mekanizmasının kendisini adalet dağıtıcısı değil
devletin muhafızı olarak gördüğü bir yapılanma sürdürülemez. Demokrasiden beslenen partilerin ancak kendi çıkarları söz konusu oldukça
demokrat kesildiği bir demokrasi de yaşayamaz.
İktisadi meselelerin, sınıflar arası çıkar çatışmalarının siyasetin gündemi olmadığı, vatandaş sosyal haklarının kaale alınmadığı bir siyaset anlayışı da sürdürülemez. Kimlik politikasının sisi ardına gizlenerek eşitsizliklerin üstünü örtmeye çalışanlardan da, hayat tarzı dışında hiçbir temel meseleyi umursamayanlardan da ülkenin geleceği açısından bir şey beklemek mümkün değil.
Meselelerini tartışmadan, toplumsal sözleşmesini yeniden yazmadan Türkiye kendisine
hedef bellediği hiçbir noktaya gelemez. Köylü kurnazlığıyla devletin bekası sinisizminin ortaya çıkardığı bir reel siyaset anlayışından vazgeçmeden de toplumsal mutabakat oluşturamaz.
Prestij ve değer heba edilir Dinin siyasetteki yeri ve Kürt meselesinin halli konularında demokratik ve hukuk temelli çözüm bulunamazsa
iç çatışma mukadder hale gelebilir. Eşsiz jeopolitik önemi de, 200 yıllık tarihinin kendisine bugünün dünyasında sağladığı değer ve prestij de
kolaylıkla heba edilebilir. Geçmişin Türkiye'sindeki iktidar yapısını ve imtiyazları koruma adına saldırıya geçenler açısından bunlar ya önemli değil ya da körleştiklerinden yarattıkları tehlikeyi idrak edemiyorlar.
Geleceğin Türkiye'sini kurmaya talip olup, beş yıldır iktidar olanlar ise artık mağdurluk ve mazlumluk üzerine siyaset dili inşa etme hakkına sahip değildir. Verdikleri tüm sözleri unutup demokrasi projesinden vazgeçenler kendileridir. Örgütlü işçilere savaş açıp, örgütsüzleri taşeronların ve asgari güvenli çalışma koşullarını yaratma gereği duymayan işverenlerin insafına terk edenler de.
Demokrasi dilinin laik olduğunu unutup, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamaya boşvermenin yanlış olduğunu herhalde artık anlayacaklardır. Devletin baskıcı organlarıyla anlaşıp özgürlük alanlarını iktidarlarını perçinlemek için daraltmanın da. Anayasa Mahkemesi bu davayı ele almayı kabul etmezse Türkiye büyük bir badireden kurtulacaktır. Türkiye'de
geçmişin iktidar yapısını ve yönetim anlayışını sürdürmek mümkün değildir. Dahası tehlikelidir.
Ancak onun ardından iktidar partisi kendi varlığının da sigortası olan çağa uygun bir hukuk sistemi ve AB standartlarında bir demokrasi için kolları sıvamalıdır. Çare siyaset alanını açmakta, demokratik dinamikleri harekete geçirmekte ve demokrasi projesine inançla sarılmaktadır.
Yayın tarihi: 20 Mart 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/03/20//haber,D3A37E8EEFEF4C1680525CA00F00E533.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.