Olayların bundan böyle nasıl gelişeceğini fazla merak etmek gerekmiyor. Kapatılma ve siyasi yasaklama davası sonuçta yargı eliyle gerçekleştirilen bir 28 Şubat'tır. Silahlı Kuvvetler'in bu kez
devre dışı görünmesi temelde 11 yıl öncekine veya geçen yılki e-muhtıra bağlamında yaşadıklarımıza benzer bir durumla karşı karşıya olmadığımız anlamına gelmez.
Bugünlerle ilgili soğukkanlı değerlendirmelerin yapılabileceği zamanda bu noktaya gelinmesinde
kimin ne ölçüde sorumlu olduğu da ortaya çıkacaktır. İktidar partisinin seçim başarısının ardından kendi
elindeki gücü abartılı değerlendirmesi, demokratikleşme platformunu ve AB sürecini boşlaması, anayasa değişikliği konusunda toplumda var olan mutabakatı berhava edecek bir yaklaşımla işi yönetmesi,
MHP'nin oyununa gelip türban değişikliklerini dayatması bunlar arasında sayılabilir.
AK Parti'nin 'cazibesi' AKP iktidara geldiğinden beri onu devirme yolları arayanların varlığı, darbe teşebbüsleri, psikolojik savaş girişimleri de. Ancak sonuçta aslolan bir kez daha siyasetle, siyaset dışındaki
iktidar sahiplerinin çatışmaya girmiş olmasıdır. Bunun da Türkiye'nin geleceği açısından, ülkenin dirliğe kavuşması ve gelişmesi açısından fevkalade olumsuz bir hamle olduğu da şimdi anlaşılmıyorsa ileride anlaşılacaktır. En azından bu ülkede hukuk sistemine, adalete güvenin yerle bir edilmesine yol açacak kadar keskin bir çıkışın genelde kamu düzeni üzerinde nasıl kötü etki yaptığı da görüldüğünde.
Bu davanın asıl hedefi Başbakan'dır. O olmadan AKP'nin çözüleceği ya da
eski cazibesinden çok şey yitireceği beklenmektedir. Bu hesabın tutup tutmayacağı önümüzdeki günlerde anlaşılır. Ancak bundan sonraki dönemde hükümetin ne ölçüde iktidar sahibi olabileceği de kuşkuludur. Bunun yanısıra parti içinde Erdoğan'ın devreden çıkmasını bekleyenler de mutlaka vardır. Hatta iddianamedeki liste üzerinden gidildiğinde
kimlerin sistem tarafından tercih edildiği de rahatlıkla anlaşılabilir.
Bu noktada sınırlı anayasa değişikliklerine gitmek herhalde sonuç getirmeyecektir. Daha çaplı, daha cesur açılımlar yapmak gerekir. Bunun başarılması, AKP'nin bir bütün olarak korkunun dağları beklediği bir ortamda bu tür
açılımlara destek vermesinin sağlanması tabii ki kolay değildir. Ama başka bir çıkış ihtimali de ortalıkta yoktur.
'Baba' filminden bir örnek! Coppola'nın "Baba" filmini görenler hatırlar. Al Pacino'nun canlandırdığı Michael Corleone diğer çetelere savaş açmaya karar verdiğinde o güne dek ailenin danışmanlığını yapan Tom Hagen'i devre dışı bırakır. Gerekçesi Tom'un "
savaş zamanı danışmanı" olmamasıdır. Yani her dönem, ona uygun niteliklere sahip kadroların devreye girmesini gerektirir. Bu krizi aşmak üzere demokratikleşmeyi ön plana çıkaracak cüretkar adımlar atacaksa, Erdoğan'ın
kadrolarını yenilemesi de gerekecektir.
Açılan davanın en azından bir boyutunun ve destekçilerinin amaçlarından birinin,
AB sürecini sekteye uğratmak olduğu açıktır. Bu fırsatın yaratılmaması düzlüğe çıkabilmek için ön şartlardan biridir. Bu bağlamda AB'nin de Türkiye'deki demokrasi yanlısı güçleri, sivil toplum örgütlerini zayıflatmayacak, onlara destek çıkacak şekilde hareket etmesi gerekir.
Bu krizden siyaseti az zedeleyerek, demokrasiye ara verilmeden çıkılması Türkiye'nin geleceği açısından şart. Ardından da siyasetin,
siyaset dışının tasallutundan kurtulması ve Türk siyasetinin demokratik ilkeleri benimsemesi çabası gelecektir.
Yayın tarihi: 3 Nisan 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/03//haber,0AE2C78171644EDCA42AF65FB8B80511.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.