Sovyetler Birliği çöküp dağılmadan önce, bu devlet topraklarından gelen herkesi,
"Sovyet vatandaşı" olarak görmez miydik?
Neticede hepsinin birer Sovyet pasaportu vardı. LeninistStalinist öğreti, farklı milliyetlerin emekçi sınıflarının
"Sovyet insanı"nı oluşturduğunu vurgulamaktaydı.
Sovyetler Birliği çöküp dağılınca kimin Türkmen, kimin Ermeni, kimin Kırgız, kimin Ukraynalı, kimin Estonyalı olduğunu anlamaya çalışır olduk. Sovyet
"Nomenklatura"sının egemenlerinden Şevardnadze Gürcistan'a, Aliyev Azerbaycan'a başkan oldular.
Eskiden de Stalin'in Gürcü, Mikoyan'ın Ermeni, Kruşçef'in Rus olduğu bilinirdi. Ama bunlar
"Alt kimlik"lerdi. Siyasal merkez-kaç kuvvetleri, alt kimlikleri üste çıkardı. Eski üst kimlik ise buharlaştı.
Bu durumu Yugoslavya'da da gördük. Saddam sonrası Irak'ında da Şii-Sünni-Kürt kimlikleri,
"Iraklı" olmanın ötesinde anlamlar taşımıyor mu?
Farklılıkları ulusal bütünlük içinde tutabilmenin bir yolu, otoriter rejimlere sahip olmaktan geçiyordu yakın geçmişe kadar. Ama bunlar kalıcı bütünlüğü sağlayamadılar.
Hindistan örneği Buna karşı kendi içlerinde Birleşmiş Milletler kadar hem milliyetler ve diller, hem de dini inançlar açısından çeşitlilik sahibi olan mesela Hindistan gibi ülkeler, demokrasinin varlığı sayesinde bütünlüklerini korudular. Amerika Birleşik Devletleri ise süper güç oldu.
Şimdi çoğulcu demokrasiyi ve serbest pazar ekonomisini birleştirici üst değerler olarak
"Avrupa Birliği" içinde özümseyen bir kıtasal bütünleşme denemesi yapılmakta. Bu modelde İtalyanlar İtalyan, Almanlar Alman olarak kimliklerini koruyorlar. Ama üst kimlik
"Avrupalılık" oluyor.
Türkiye dünyadaki bu olayların ve gelişmelerin, tribündeki pasif izleyicisi değil.
Zaten farklılıkların
"Osmanlılık" üst kimliği altında birleştirildiği bir deneyimi uygulayarak yaşadık tarihimizde.
Ulusal bütünlüğümüzü yeniden oluşturduğumuz Cumhuriyet döneminde ise, çoğulcu demokrasiyi de benimseyerek, kendi içimizdeki farklılıklarımızın ileride çatlak nedenleri olmalarını önledik.
Farklılıklar var Ancak unutmayalım ki, bu farklılıklar dün de vardı, yarın da var olacak.
Bu topraklardaki birbirlerinden çeşitli nedenlerle farklı olan insanlar uzaydan gelmedi.
Eğer 21'inci yüzyılı yaşadığımız bu dönemde, birileri yeniden geçen yüzyılın
"otoriter-kökten merkeziyetçi-devletçi-tek sesli-yarı militarist" modelini topluma
"gelecek" diye sunmaya kalkışırsa, Sovyetler'in, Yugoslavya'nın, Irak'ın yaşadıkları serüvenlerin benzerleri, bizim gündemimize de girebilir.
Bu konuda sadece siyasetçilerin sorumlu ve bilinçli olmaları yetmiyor.
Yargının da, ordunun da, bürokrasinin ve sermaye kesiminin de, tarihi ve siyaseti, bilinçle değerlendirmeleri gerekmekte.
Felaketle bitecek serüvenlerden, krizlerden, anarşi ve terörden uzak durmanın yolu, Avrupa Birliği'nin üst değerlerini, Türkiye'nin de üst değerleri haline getirmektir.
Sonraya ertelemek Ortadoğu, Kafkaslar-Balkanlar coğrafyasının bizim jeo-politiğimizdeki olumsuz yansımalarını asgariye indirmek, bilinçli ve kararlı bir
"Avrupalılık" siyaseti izlenmesine bağlıdır.
Kısa vadeli iktidar kavgaları arasında bu gerçeği görmeyip, AB yolundaki ilerlemeyi
"sonra düşünürüz" diyen bir siyaset ve idare anlayışının egemen olması, Türkiye'nin bütünlüğüne ilişkin önceliklerin de rafa kaldırılması anlamına gelebilir.
Muhalefette başka, iktidarda başka olan nice siyasi parti gördük.
Bir yeni deneme yapılması ve ileride iktidar olabilecek partilerin, muhalefetteyken de iktidarmış gibi
"ülke sorumluluğu" taşımalarının sergilenmesi, herhalde topluma da, devlete de nefes aldırabilir.
Bu açıdan Avrupa Birliği'ne uyum konusunda açılacak yeni paketleri, muhalefetin de desteklemesi beklentisi içindeyiz.
"Demokrasi budur" diye birbirlerinin kalesine lafla gol atmayı siyaset zanneden kadrolardan beklentimiz budur.
Bugünkü Tüm Yazıları
Sadece siyasetçilerin bilinçli ve sorumlu olması yetmez ki...
Yayın tarihi: 10 Nisan 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/10//barlas.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.