Ne yazılırsa yazılsın, ne söylenirse söylensin, kimse önyargılarını değiştirmeye niyetli değil.
Gerginliklerin had safhaya çıktığı kriz dönemlerinde, kamuoyu yapılanmaları kemikleşir. Aklın ve gerçekçiliğin yerini kamplaşmalar alır.
Ama gelişmiş toplumlarda yine de bu genel tablonun dışında kalmayı ve
"Bağımsız-bağlantısız-özerk düşünce" nin sesi olmayı sürdürebilen düşünce merkezleri vardır.
Ancak toplumdaki genel kamplaşma akımının dışında kalmaya çalışan bu düşünce merkezlerinin varlığı da, birilerini öfkelendirir.
"Neden herkes bizim gibi düşünmüyor" söyleminin sahipleri, özerk ve bağlantısız kalmaya özen gösteren düşüncelerin sahiplerine de öfkelenir.
Böyle dönemlerde
"hukukun üstünlüğü", "çoğulcu demokrasi", "kanun önünde herkesin eşit olması" ve
"şeffaflık" benzeri temel ilkelere sadakat, kamplaşanları tatmin etmez.
Yaşananlar "İktidara muhalefet ediyoruz" gerekçesiyle bazıları, demokrasinin vazgeçilmez öğeleri olan sivil siyasetçileri, seçimleri ve hatta seçmen kitlelerini aşağılayarak, anayasal demokrasiyi yıkmaya çalışanlara destek verebilirler. Daha da acısı, mesleki bir deformasyonun sonucu olarak, demokrasi düşmanı güçler tarafından kullanılabilirler de.
Türkiye'de siyaset ve düşünce dünyası, bu kamplaşmaları geçmişte fazlasıyla yaşadı.
Medya da bu kamplaşmaların dışında kalamadı. Son olarak 28 Şubat 1997'de başlayan
"postmodern darbe" sürecinde medya tek sesliliği ve rekabetsizliği kartelleşerek topluma pompaladı.
Bu dönemin basındaki kazazedesi SABAH oldu.
Kuruluş felsefesinde yükselen değerler olarak sivilliği, demokratlığı, çok sesliliği, serbest rekabeti, dünyalılığı benimsemiş olan SABAH, 28 Şubat döneminde Ankara'daki iktidar kavgalarının bir aracı olarak kullanıldı. Kartelleşmeyi, militarist olmayı, toplum mühendisliğine alkış tutmayı yeğ tutarak, kendi kuruluş felsefesini inkâr etti.
Alınan dersler Bu dönemin sonunda kendi kurduğu gazeteyi yitiren Dinç Bilgin, yaşanan çarpıklıkları verdiği demeçlerle defalarca anlatmış bulunuyor.
Siyaset ve düşünce hayatında yeni bir kamplaşma sürecine girilen bu ortamda, SABAH geçmiş acı deneylerden en fazla ders almış olması gereken yayın organıdır.
"Kullanılma"nın acı sonuçlarını en dramatik biçimde yaşayan ve içine düştüğü krizi mülkiyeti üzerindeki tartışmalara bile yansıyan SABAH'ın genlerinde,
"dün" acı bir hatıra olarak durmaktadır.
İktidarlar geçicidir. Ama çoğulcu anayasal demokrasinin temel ilkeleri, basın özgürlüğünün de güvencesi olarak, kalıcı olmak durumundadır.
SABAH'ın bu dönemdeki başyazarı olarak, ben de bir kampın içinde yer almamaya, özgür ve özerk kalmaya, toplum mühendislerinin taşeronu durumuna düşmemeye özen gösteriyorum. Olabildiğince önyargılardan, saplantılardan ve klişelerden arınmış biçimde, sivil ve çoğulcu demokrasiye bağlı olarak, yurt ve dünya olaylarını yorumlamaya çalışıyorum.
Kopenhag Kriterleri Biz SABAH olarak kendi içimizdeki çok sesliliği de koruyabildiğimiz ölçüde, hem mesleğimize, hem de ülkemize karşı sorumluluklarımızın gereklerini yerine getireceğiz.
Halkı küçük görmek de, hukukun üstünlüğünü görmemek de bizim meslek anlayışımızda yok.
"Kopenhag Kriterleri" diye bilinen liberal demokrat siyasal ve ekonomik modelin, Türkiye'nin hep ulaşmaya çalıştığı
"Çağdaş Uygarlık Düzeyi" nin çerçevesini oluşturduğunu düşünen bir yazarın yorumlarını bu sütunda okumaktasınız.
Biz mesleğimize ve ülkemize bu özeni gösterebildiğimiz sürece, SABAH gazetesi Türk basınında bir deniz feneri gibi, özgürlüğün, çok sesliliğin, hoşgörünün, dünyalılığın, aydınlığın kaynağı olacaktır.
SABAH'ı okuyarak güne başlamak alışkanlığı, diğer basının yöneticileri için de
"acaba nerede hata yaptık" sorusunun cevabını bulmanın yolu olmayı da sürdürecektir.
Yayın tarihi: 27 Mart 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/03/27//haber,C1482795C1F544F1BF3D887263875307.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.