kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 20 Mart 2008, Perşembe
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

"Toplum mühendisliği"nin değil "Değişim mühendisliği"nin zamanıdır

Gerçek hayatın akışını da film senaryolarını yapabildiğimiz gibi, değiştirip yeniden yazabilseydik...
Ya da bir romancının yaptığı gibi yarattığımız dünyamızı ve insanlarımızı, kendimizce belirlediğimiz bir "kader"e göre yönlendirebilseydik.
Gerçek hayatta bu mümkün değil. Ama bazıları bunun mümkün olabileceğini sanıyor. Sade insanları değil, toplumları da, bir senarist veya bir romancı gibi, kafalarındaki modele oturtabileceklerini zannediyorlar.
Bunlara genel olarak "toplum mühendisi" denmekte.
Örneğin bir kanun, bir kararname veya bir yargı kararı ile, Türkiye'deki bütün başı örtülü kadınlar başını açsa. Cemaatler cami yaptırmak yerine okul yaptırmak için çalışsalar. Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan şarap kadehlerini tokuşturarak siyasi başarılarını kutlasalar. Köylü köyünde oturup, kentlere göç etmese. Türk Müslümanları Hac mevsiminde Mekke yerine, Paris'e, Londra'ya gitse. Cuma günleri camilerde Hz.Ebubekir'den ve Hz.Ömer'den değil, Sokrates'ten, Bacon'dan alıntılar yapılıp, aydınlanma felsefesi, Rönesans ve Reformasyon anlatılsa... Bir seçkinler grubu, genel seçimlerdeki oyları değerlendirip, nihai sonucu kendi aralarında belirleseler. Tek sesli müzik yasaklansa ve herkes Mozart dinlemeye başlasa.

Isparta zeybeği
Siz 28 Şubat postmodern darbe döneminde bir konserde çalınan Beethoven'in 9'uncu Senfonisi'ni "İşte çağdaş uygarlık" diye yorumlayan Süleyman Demirel'in evinde veya İslamköy'deki evlerde Beethoven dinlendiğini düşünebiliyor musunuz?
Herhalde onların yürek tellerini Isparta Zeybeği'nin dizeleri daha fazla titretiyordur:
"Evlerinin önü mersin
Sular akmaz kadınım tersin
Mevlam seni bana versin"
Toplumları tarihlerinden, coğrafyalarından, geleneklerinden ve inançlarından soyutlayıp, "yeni insan" yaratma denemeleri pek çok ülkede denendi. Bunun en çarpıcı son örneği 1917-91 arasındaki Sovyetler Birliği modeli değil midir?
Bu modelin çöktüğü gün, Rusya'ya Devlet Başkanı olan Yeltsin'in arkasında bir Ortodoks patriğini görünce hepimiz şaşırmamış mıydık? Demek "Das Kapital" öğretisi "İncil"in yerine geçememişti. 68 yıllık materyalizm denemesi bir anda buharlaşıvermişti.
Türkiye tabii ki farklı bir ülke. Ama hiç unutmayalım ki bütün farklılıklara karşı, evrensel bileşkeler de aranır toplum ve siyaset bilimlerinde. Ve ayrıca bilelim ki dünyada monarşiden cumhuriyete geçen, modernleşme ve demokratikleşme süreci yaşayan tek ülke Türkiye değil.

Akıllı ve sorumlu
Şimdi bizim aksayarak da olsa bugüne kadar getirebildiğimiz bu süreci sakatlamamamız gerekiyor.
Hepimizin akıllı, bilinçli, sorumlu davranmamız şart.
Öncelikle toplum mühendisi olmaya hevesli kesimlerin, senaryolarını yazarken, yurt ve dünya gerçeklerine gözlerini kapatmamaları kaçınılmaz gerektir.
Babalar evlatlarını istedikleri gibi şekillendiremezken, "kendilerini daha eğitimli, daha çağdaş, daha modern, daha akıllı gören bir oligarşi" nin, her yöresinin farklı renkleri ve hatta farklı iklimleri yansıttığı bir coğrafyanın, mozaiğe mi ebruya mı daha fazla benzediği tam kestirilemeyen karmaşık yapılı toplumunu, tarihinden, geleneklerinden, inançlarından ve hatta önyargılarından arındırıp, kendileri gibi düşünmeye, oy kullanmaya ve yaşamaya zorlaması, sadece nakıs teşebbüs olur.
Bu girişim, zorlamalara, kırılmalara ve hatta hem devlete hem hukuka karşı tepkilere yol açar.
Tabii ki AK Parti'yi kuranlar da, bu partiyi yönetenler de kanunlara saygılı olmalı, devletin temel ilkelerini zedelemekten kaçınmalıdırlar.

Liberal demokrasi
Ayrıca AK Parti iktidarı, rafa kaldırdığı AB reformlarını yeniden gündeme getirmeli, demokrasinin ve özgürlüklerin sadece kendileri için var olmadığını bilmelidir.
Ama bunun gibi laikliği koruduklarını varsayarak halkı rejimin tehdidi olarak gören kesimler de, artık demokrat olmayı denemelidirler.
Artık zaman toplum mühendislerinin değil "değişim mühendisleri"nin zamanıdır.
"Hoşgörü", kendisi gibi olmayanı kendisine benzetmek değildir. Hoşgörü kendisi gibi olmayanla birlikte yaşamayı kabullenmektir.
Türkiye'de bütün kampların "liberal demokrat" bir soluğa gereksinimi var.
Aksi halde sürekli "karşılıklı hesaplaşmaların sahnesi bir ülke" olarak yıllarımızı ziyan ederiz.
"Kürt realitesi"nin varlığını kabul etmemizdeki gecikmenin acı sonuçlarını bölücü terörle yaşarken, şimdi de "Türkiye Realitesi"ni görmezden gelmeyi herhalde denememeliyiz.