Olaylar karşısında her bireyin, her toplum kesiminin ve her
"mahalle"nin farklı bir yorumu vardır.
Demokrasinin ve
"çağdaş uygarlık" denilen ortamın erdemi, bu yorum farklarının varlığının bir zenginlik olarak algılanmasından kaynaklanır. Gelişmiş toplumlar da, gelişmiş insanlar da, kendi yorumlarından farklı olan yorumlara tahammül gösterirler.
Gelişmenin ve olgunlaşmanın varlığı,
"empati" nin de varlığına endekslidir. Kendini karşı tarafın yerine koyabilmek, farklı yorum sahiplerini anlamaya çalışmak, gelişmiş toplumların üretebildiği
"uzlaşma kültürü "nün temel öğeleridir.
Toplumsal ve bireysel gelişmişliğin en belirgin göstergesi, farklı yorumları seslendirenleri susturmak veya onları tehlikeli olarak sunmak yerine, kendi yorumunun doğruluğunu kanıtlamaya ağırlık vermektir.
Başkasının yaptığı işi karalamak, başkasının her söylediğine laf yetiştirmek, aslında acizliğin, güçsüzlüğün ve gelişmemişliğin de göstergesidir.
Hangi uygarlık? Tabii ki her toplum kesiminin de, her bireyin de
"çıkar"ları farklıdır.
İktidardaki bir siyasetçi ile muhalefetteki bir siyasetçi arasındaki rekabet veya bir patronla bir emekçi arasındaki çıkar farkları tabii ki var olacaktır.
Ama bu rekabeti bir ölüm-alım savaşına, bu çıkar farklarını bir sınıf savaşına dönüştürdüğünüz takdirde, siyasi ya da ekonomik kaostan başka bir şey üretemezsiniz.
Türkiye'de sesi duyulan herkesin
"çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak" sloganına sahip çıktığı bu günlerde, çoğulcu demokrasinin, yorum farklarına karşı özenli ve tahammüllü olmanın ve empati duygusunun varlığının da çağdaş uygarlığın temel öğeleri olduğu hatırlanmalıdır.
Kendisi gibi düşünmeyenleri
"hain" veya
"rejim düşmanı" gibi görmek, kendisinden farklı yorumların sahiplerini
"tehdit" ve
"tehlike" kaynağı gibi göstermek, kendisi gibi inanmayanlara
"kâfir" veya
"din düşmanı" emek gerçekten çağdışı bir tutumdur.
Yaşanan deneyler Kendi yorumunu bir üniforma gibi topluma ve devlete giydirmek çabalarının başarı kazanması da, ülkeyi çağdaş uygarlık düzeyine taşıması da, özellikle bu coğrafyada ve bu dünya konjonktüründe mümkün değildir.
Bu çabaları demokrasi dışı örgütlenmelere ve eylemlere dönüştürerek bir noktaya ulaşabileceklerini zannedenlerin, Sovyet denemesini, Irak'taki Baas modelini, Humeyniciliği, Yugoslavya'nın serüvenini ve bizim yakın tarihimizdeki İttihatçılık felaketini yeniden gözden geçirmeleri şarttır.
Özellikle AK Parti iktidarı, siyaset ortamının yeniden gerçek zeminine oturabilmesi için,
"AB üyelik projesi" ne yeniden sarılmalıdır. Neticede
Dağıtılmış gündem" in yeniden toparlanabilmesinde ana sorumluluk, siyasi iktidarlara aittir.
"Öfke"nin
"hitabet"in bir uzantısı gibi algılandığı ortamlarda, yorum farklarına tahammülleri olmayan belagat sahiplerinin sesleri daha fazla duyulur. Sonunda kin, nefret ve şiddet de hitabetin öğeleri haline gelir.
İktidar sorumluluğu Bir ülkede iktidar akıllı, bilinçli, itidalli ve sakin olduğu zaman, bu topluma da yansır. AK Parti son seçimde eğer kendi doğal tabanı dışından da oy almayı başardıysa, bu topluma gerginlik değil, istikrar, icraat ve AB üyeliği projesini sunan görüntü ile mümkün olmuştu.
Unutulmaya başlanan bu gerçekleri hatırlamakta sayısız yarar vardır.
İktidar bu gerçekleri hatırlarsa, muhalefet de, yargı da, üniversiteler de ve demokrasiyi laikliğin tehdidi olarak sunarak "rejim muhafızlığı"na soyunan çeşitli mesleklerin sahipleri de, toplumun beklentisinin dışına düşmenin ve istikrarsızlık kaynakları olmanın ağırlığını hissetmeye başlayacaklardır.
Bugünkü Tüm Yazıları
"Öfke"yi "hitabet"in uzantısı olmaktan çıkarmanın zamanı geldi...
Yayın tarihi: 24 Mart 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/03/24//haber,419C0B4D00AA4CAE9C5FE07F25870BC0.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.