İçinde bulunduğumuz bu ikilemden bizi belki yine
"Anadolu Kültürü" çıkartacaktır. Hep
"cami ile kışla" arasında kalmış olmaktan yakınırdık. Şimdi de
"demokrasi ile yargı" arasında kalmış gibi bir görüntü vermiyor muyuz? Rahmetli Fuat Bayramoğlu'na
"Neden Batı'nın resimleri üç boyutludur da bizim minyatürlerimiz iki boyutludur" diye sorduğumda şu cevabı vermişti:
- Sen insanlara bak. Batı'da bilginle konuşursun, karşında hiç derinliği yani üçüncü boyutu olmayan bir insan bulursun. Bizde dağda rastladığın köylüyle konuşursun, karşında bir filozof bulursun. Anadolu insanının üçüncü boyutu, minyatürlerimizdeki eksik boyutu tamamlar. Sayısız devlete, kültüre, dine ve uygarlıklara mekân olmuş Anadolu'nun insanı, başına gelenleri unutmasa bile affeder.
Fransız İhtilali'nin 200'üncü yıldönümünde Paris'teydim. Fransızlar ihtilali görkemli törenlerle kutluyordu ama medya da, siyaset aleminde de
"İhtilal olmasaydı ve monarşi kalsaydı daha mı iyi olurdu" konulu yoğun tartışmalar vardı.
Anadolu insanı Cumhuriyet'i sade kabullenmedi, benimsedi de. Bin yıllık alfabesinin ve hukukunun değişmesini de kabullendi.
Unutma ama affet Arkasından bu halk siyasi kültürünün bir öğesi olmayan demokrasiyi de hem benimsedi ve özümsedi. Seçimde kazanana bir anda tüm devletin teslim edilmesinin ne denli bir anlayış farkı gerektirdiği tartışılmadı bile.
"Demokrasi", tıpkı
"Cumhuriyet " gibi artık Anadolu kültürünün bir öğesidir.
Anadolu insanı böyle işte. Geçmişini, kültürünü, geleneklerini, tarihini, yaşadıklarını unutmuyor. Ama yeniliği kabulleniyor. Ayrıca kendisine yapılanları affediyor da.
Bu açıdan mesela kimse 1960'ın 27 Mayıs darbesi ertesinde Menderes'in, Zorlu'nun, Polatkan'ın idam edilmelerini unutmadı.
Demokrasiye idam cezası veren o günkü
"Yassıada Yüce Divanı"nın
"yargıya güven" üzerinde açtığı yara hâlâ bilinç altlarında var. Ama herkes yargısına güvenilmeyen ve hukukun üstün olmadığı bir ülkede yaşamanın, ne tür bir cehennem azabı ortamı yaşatacağını da biliyor. Anadolu insanı bunu biliyor ve yargıya saygılı.
Aynı bilinç demokrasiyi de, hukuku da, insan ilişkilerini de sadece
"iktidara sahip olmak" biçiminde gören siyasetçilerde, asker ve sivil bürokratlarda, yargıçlarda, savcılarda ve medya mensuplarında da bulunmalıdır.
Nasıl 27 Mayıs veya 12 Mart yahut 12 Eylül ya da 28 Şubat askeri müdahaleleri hiç olmamış gibi davranamazsak, bu darbelerle devrilen iktidarların halk oyu ile seçildikleri genel seçimleri de yok sayamayız ki.
Cumhuriyet Başsavcısı'nın kapatma istemli iddianamesi de artık var belleklerimizde. Artık siyasette hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Nitekim Yassıada Divanı çoğu kimse tarafından yine hatırlanmaya başladı.
Ama aynı şekilde kapatılması istenen AK Parti'nin 2002'de ve 2007'de kazandığı genel seçim sonuçları da belleklerde var. Bu oyları veren halk da, buharlaşıp yok olmadı ki.
Bu durumda yine
"Anadolu Kültürü" ne dönüp, üçüncü boyuttaki
"akılcılık" ve
"faydacılık" öğelerini ön plana çıkartmalıyız. Her kesim ve özellikle yargı,
"iktidar kavgası"nın tarafı olmak durumuna artık düşmemelidir.
Seçim kazanamamak Bu arada ana muhalefet CHP de, oy alma özürlüsü durumunda bulunmasına sebep olan etkenleri irdelemelidir. Çünkü demokraside iktidara alternatif bir ya da birkaç parti olmayınca, muhalefet görevini ya askerler, ya üniversiteler, ya din adamları, ya da yargıçlar üstleniyor bu coğrafyada.
İran'daki Mollalar Rejimi de, Irak ve Suriye'de Baas da, demokrasinin yaşatılmadığı bu coğrafyanın ürünleri değil mi? Şu anda siyasetten yasaklanması istenen Tayyip Erdoğan, bir anlamda her seçimde partisini iktidara taşıdığı için yargının önündedir.
Oysa hiçbir seçimde partisine seçim zaferi kazandırmayan Deniz Baykal, içine itildiğimiz ikilemin asıl sorumlusu değil midir? Baykal başarısız olduğu için iktidar kavgasına, siyaset dışı kalmaları gereken devlet kurumları da karışıyor.
Dileriz herkes Anadolu Kültürü'ne yakışır olgunluk içinde davranır.
Başarı ölçüsü nedir? Dileriz seçim kazandığı bazılarınca rejimin tehdidi olarak gösterilen Tayyip Erdoğan kadar, Deniz Baykal'ın da iktidar alternatifi olamadığı için demokratik rejimi nasıl bir açmaza sürüklediği hatırlanır.
Seçim sonuçlarını gösteren sayılar yerine, Anayasa Mahkemesi üyelerinin eğilimlerini yansıttığı söylenen sayılara bakmak gibi bir hastalıklı tutum da, dileriz kısa sürede geride kalır.
Televizyon yayıncılığının başarısını reytingle, gazetelerinkini tirajla ölçenler, çok partili demokrasideki başarı ölçüsünün de "
seçim sonuçları" ile anlaşılabileceğini herhalde bir gün hatırlarlar... İzleyicilerin de, okurların da
"seçmen " oldukları bir gün herhalde düşünülür.
Yayın tarihi: 21 Mart 2008, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/03/21//haber,CF0E673DD68149DE8E841C8B564A3BB2.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.