Avrupa Birliği üyeleri uzun ve kavgalı bir zirveyi geçen cumartesi sabaha karşı tamamladı. Anayasa'nın yerine geçecek değiştirilmiş ve kısaltılmış, kimilerine göre de hafiften iğdiş edilmiş bir
Antlaşmanın temel ilkeleri üzerinde mutabakata vardılar. İki kurucu üye Fransa ve Hollanada'nın Anayasa'yı referandumda reddetmelerinden beri kilitlenen çarklar yeniden dönmeye başladı.
Bu noktaya gelinmesinde ne kadar sabırlı, ısrarlı ve Avrupacı olduğunu dosta düşmana kanıtlayan ve
Almanya'nın gücünü gösteren Merkel'in büyük payı vardı. Kimilerine göre krizin aşılması başlıbaşına olumlu bir gelişmeydi. AB artık önünü daha rahat görmeye başlayacaktı. Bazılarına göre ise bu kadar küçük adımlara sevinmek hayli abartılı.
Aslında
Türkiye açısından son toplantının dinamiklerine bakarak çıkarılması gereken
önemli sonuçlar var . AB'de işlerin nasıl yürüdüğü konusunda gayet iyi fikir veren örneklere tanık olundu. AB üyelerinin kendi çıkarlarını sonuna kadar savunduğu fakat son tahlilde mutlaka bir çözüm bulma iradesini gösterdiği bir kez daha kanıtlandı.
Polonya dersi önemli Birlik hızlı, kıvrak ve hatta kararlı hareket edemese bile krizlerini aşmayı bir şekilde başarıyor. Kendisini yeniden tanımlayabilecek alanları kendisine açıyor. Çok vakit kaybetse de bir sorunun çözümü için bir şekilde çözüm üretmeyi becerebiliyor. Yani
müzakere süreçlerini "
ya hep ya hiç "
anlayışıyla sürdürmek ve duygusallığa kapılıp küsmek hiç anlamlı değil.
Polonya ile Almanya arasında restleşmeye kadar giden
kavgadan da alınacak dersler var. Türkiye'de hiçbir mantıklı alternatif önermeden herkesi korkulara hapsederek AB üyeliğine karşı çıkanların tezi şu: AB üyesi ülkeler, Osmanlı İmpratorluğu'nu yıktı, Sevr antlaşmasını dayatmaya kalktı. Gene Türkiye'yi zayıflatmak hatta bölmek istiyorlar.
Sevr'in asla uygulanmadığını,
İttihatçıların imparatorluğu Balkan savaşlarıyla zaten küçültüp Birinci Dünya Savaşı'na girerek
batırdığını hatırlayın. O günden beri de Türkiye'nin bu ülkelerin, Kıbrıs Rumları hariç, hiçbirisiyle savaşmadığını da bir kenara koyun. Bundan sonra da Polonya'ya bakın.
Modern tarihinde Almanlar ve Ruslar tarafından sürekli paspasa döndürülen, toprağı gaspedilen, sınırları ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra değiştirilen Polonya, AB üyesi. Belli ki tüm kaprislerine ve aksiliğine rağmen çıkmaya da niyeti yok.
Eski can düşmanlarıyla aynı birlik içinde kalıyor . Kaldı ki üyelerin çoğu yakın zamana kadar birbirileriyle ölümüne savaşmışlardı. Zaten birliği de yeniden savaşmamak için kurdular.
Sarkozy'ye rağmen Son zirve
Avrupa Birleşik Devletleri hedefinin artık bir hayal bile olmadığını ortaya çıkardı. AB yoluna bir ulusdevletler birliği olarak devam edecek. Üyeler kendilerine ait manevra alanları istiyor. Giderek tüm üyeler bazı alanlarda egemenliklerini kıskançlıkla savunarak kendilerine istisnalar yaratıyor. Bu gelişme de
herkesin mönüden istediğini seçtiği bir kurallar manzumesi görüntüsü yaratıyor. Buradan farklı hızlarda ilerleyecek ülke kümeleri aşamasına geçilmesi ihtimali güçlü. Yani AB bugünkü kadar merkeziyetçi olamayacak. Bu durumda da Türkiye'de
egemenlik elden gidiyor diye bağıranların söyleyeceği fazla bir söz kalmayacak.
AB'nin varoluş ve işleyiş mantığı içinde Türkiye'nin müzakere sürecinin
Sarkozy ve ona benzeyenlere rağmen devam etmesi bu bakımdan iyidir. AB dönüşmekte, farklı yapılar üretmektedir. Türkiye'ye karşı bazı üyeler kesinlikle haksızlık etmektedirler. Ancak belli ki AB'ye yönelik
en güzel rövanş alma şekli oyunun içinde kalarak er ya da geç istediğini elde etmektir.
Yayın tarihi: 28 Haziran 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/06/28//haber,A4E1B8A2E6304589A0419A271D030827.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.