Genelkurmay'ın internet sitesinde geceyarısına kırk dakika kala yayınlanan metne ister
açıklama, ister
bildiri, isterseniz
muhtıra diyelim...
Metne verilecek olan bu isimler üslûbunun sertliğini değiştirmeyecektir ve metnin, hükümetin yanısıra pek dikkatimizi çekmeyen bir başka muhatabı daha vardır: Türkiye'deki Nakşibendhareket.
Hadisenin geçmişi, aslında bundan 82 yıl öncesine, Büyük Millet Meclisi'nin 30 Kasım 1925'te çıkarttığı 677 sayılı kanunla tekke ve zaviyeleri kapatmasına kadar uzanır.
Tekkelerin kapatılıp tarikatlerin yasaklanmasından sonra mekânlarına dokunulmayan tarikatler faaliyetlerine buralarda devam ettiler ama yersiz kalanlar şeyhlerin yahut bu işe uygun binaları olan müridlerin evlerine taşındılar, yani Türkiye'deki bütün tarikatler bir anlamda
yeraltına indi. Zamanla başka isimler altında yeni tekkeler açıldı, tarikat faaliyetlerinde bir kesinti olmadı, herşey mekânlar dışında eskisi gibi devam etti, o zamana kadar Türkiye'de vârolmayan bâzı tarikatler ithal bile edildi.
Dünyev hayata hâkimiyet Devlet, olup bitenlerin başından itibaren farkındaydı, herşey kontrol ediliyordu ve tek bir tarikatin, Nakşibendğin dışında kalan faaliyetlere göz bile yumuldu. Hattâ, büyük bir estetik güzelliğe sahip bulunan ama aslında tam bir zikir olan Mevlevsemâı zamanla devletin resmtarikati gibi görünür oldu. Devlet erkânının Konya'da her sene Aralık ayında
tören yahut
gösteri adı altında düzenlenen Şebi Arus âyinlerine yıllardan buyana en üst seviyede katılmasının, Mevlevsistemindeki yoğun kültür ağırlığının büyük rolü vardır.
Diğer tarikatlere pek ses çıkarmayan, hattâ göz yuman devletin Nakşhareketi her zaman kontrol altında tutmasının sebebi, Nakşibendğin temelinde hem dünyevhem de uhrevalanda söz sahibi olunması arzusunun bulunmasıydı. Osmanlı zamanından itibaren devletle çatışmaya giren dingrupların neredeyse tamamı Nakşyahut Nakşibendkaynaklanan diğer kollara mensuptular. Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki dinden kaynaklanan ayaklanmaların öncüleri de Nakşidiler, zira Nakşdoktrin dünyeviktidarı da talep ediyordu.
Nakşibendiler, özellikle de 18. yüzyılın sonu ile 19. yüzyılın başlarında yaşamış olan Mevlânâ Hâlidi Bağdâdgörüşlerinden hareketle genişleyen Nakşâlidgruplar, 1980 sonrasında devlet katında da güçlendiler ve mensupları önemli makamlara geldi. Bu, asırlar boyunca devletle kavgalı olan Nakşdüşüncesinin tarihte ilk defa
devlete hakim olmaya başlaması demekti.
Türk kimliği kayboldu Şimdi
irtica yahut
şeriat isteği diye nitelenen hareketler Nakşibendğin militan tarafı,
şeriatçı olmakla suçlananlar da bu yolun mensuplarıdır.
Ama, Nakşhayat tarzında son 30 seneden buyana önemli değişiklikler oldu:
Buharalı bir Türk olan
Muhammed Bahaüddin Şâh-ı Nakşibend tarafından 14. asırda kurulan Nakşibendbirçok diğer tarikatin aksine, tam bir
Türk tarikati idi. Orta Asya'da başlayan hareket, zamanla Ortadoğu'yu ve Anadolu'yu da etkilemiş ve güç kazanmıştı.
Daha önce de yazdım: Türkiye'de bir zamanlar imparatorluk felsefesi doğrultusunda yaşanan İslam ve
mahall yani
Türk üslubunda vârolan Nakşibend12 Eylül sonrasındaki sosyal değişikliklerin ve Arap etkisinin neticesinde
köy İslamı çerçevesinde sıkıştı.
Bir zamanlar evlerden eksik olmayan bize mahsus
Muhamediyeler' in yerini kıt'a Arabistanı'na duyulmaya başlayan hayranlığın neticesinde İslam'ın ilk yıllarına ait Arap kahramanlık hikâyeleri aldı. İsimlerle beraber Kur'an'ın ve ezanın okunma tavrı bile değişip Araplaştı, hattâ kurban edilen koçların yerine bile develer geçti ve apronlarda deve keser olduk.
Genelkurmay'ın geçen hafta verdiği muhtıranın muhatabı bütün
lâiklik karşıtı faaliyetlere girişenlerle beraber, aynı zamanda Nakşharekettir ve yayınlanan metin, asırlardır devam eden
devletNakş çatışmasının bir devamıdır.
Yayın tarihi: 30 Nisan 2007, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/04/30//haber,5D577262703B4E6091F9A2AD15648868.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.