Haber, önceki günkü Sabah'ta çıktı: Malatya Şeker Fabrikası'ndaki camiin
"Şeker Hoca" lâkaplı imamı
Celâl Tilgen organlarını bağışlayıp
"Bu iş, Allah katında sevaptır" diye vaaz verince cemaatten 100 küsur kişi organ bağışı yapmıştı.
Ömer Adıyaman ile Sırrıberk Arslan imzalı haberi okuduktan sonra
"Tek bir cami imamı bile kendi organlarını bağışlayarak bu kadar kişinin bağışta bulunmasını sağlıyorsa, aynı işi Diyanet İşleri Başkanı yaptığı takdirde acaba kaç milyon kişi bağış sırasına girer?" diye düşündüm.
Diyanet, defalarca verdiği fetvalarda organ bağışının günah değil, aksine sevap olduğu söyledi ama bütün bu fetvalar inançlı halkımızın kıyametten sonra
noksan şekilde haşrolma endişesi duyması sebebiyle pek bir tesir göstermedi.
Ahırette sakat kalma korkusu, organ bulabildikleri takdirde rahatlayacak olan onbinlerce kişiyi hâlâ ümide mahkûm ediyor.
İslam fıkhı, mecburiyet hâlinde hayatı idame ettirebilmek için bazı
mükellefiyetlerin yerine getirilmemesine cevaz verir ve tarihimiz, özellikle de askeri tarihimiz, dini otoritelerin dini vazifelerin zor durumlarda ifa edilmemesinin mümkün olduğu hususunda verdikleri fetvalarla doludur.
ORUÇ TUTMA YASAĞI Birkaç örnek vereyim:
Enver Paşa, Birinci Dünya Savaşı yıllarında zamanın Şeyhülislamı
Ürgüplü Hayri Efendi' den bir fetva alarak cephedeki askerin Ramazan ayında oruç tutmaya mecbur olmadığını duyurmuş, fetvanın asker arasında tartışma yarattığını görünce üslubu fazla sert olmayan bir emirname yayınlamış ve
"Cephede oruç tutulmayacak" demiştir.
Enver Paşa' nın
cihad yolunda savaşan orduya verdiği bu emri Arap İsyanı'nın mimarı ve
din kardeşimiz Mekke Şerifi
Hüseyin bir güzel istismar edecek, yayınladığı iki ayrı isyan beyannamesinde
"Türkler dinden çıktılar, oruç tutmayı bile yasakladılar" iftirasını atacaktır.
Dini konulardaki benzer uygulamalar, İstiklâl Harbi sırasında da oldu. Mahalli idarecilerin, yiyecek sıkıntısı çekilen yerlerde halkı yaban domuzlarını yemeye teşvik ettiklerini, hattâ zorladıklarını, aile büyüklerimdem defalarca dinlemiştim. Müftülerden bunun için de fetva alınmış, hattâ fetvaya uymayanlara karşı zor kullanıldığı bile olmuştu.
FARE İÇİN FETVA Fetva bizde sadece yaban domuzlarıyla sınırlı kalmıştı ama bu iş diğer Müslüman memleketlerde kedi, köpek, hattâ fare gibi
haram ve
mekruh hayvanların yenebileceğine izin verilmesine kadar gitmişti. Lübnan'daki iç savaşın 1980'lerin sonunda yeniden şiddetlenmesi sırasında Hizbullah Örgütü'nün dini lideri
Ayetullah Hüseyin Fadlallah fetva verip
"kuşatma altında kalıp açlıkla mücadele edenlerin fareler de dahil olmak üzere, bulabildikleri herşeyi yiyebileceklerini" söylemişti.
İslam dünyası seneler boyunca işte böyle radikal fetvalar gördü ve hemen hepsine riayet edildi ama şimdi eskiden verilmiş olanların yanında çok daha hafif kalan organ bağışı fetvaları hiçbir şekilde nazarı dikkate alınmıyor. Üstelik, dinde olumlu fetvanın değil, olumsuzunun tercih edilmesinin ve kurumlara değil kişilere inanılmasının eski bir gelenek olması yüzünden
"Organ vermem de, almam da" diyebilen anlı şanlı ilâhiyat profesörlerinin sözleri daha fazla itibar görüyor.
Diyanet İşleri'ne, daha doğrusu Diyanet İşleri'nin büyüklerine işte bu yüzden artık fetvalarının arkasında fiilen, cismen ve maddeten durmak vazifesi düşüyor: Sadece Diyanet İşleri Başkanı'nın değil, Türkiye'nin
"fetva makamı" hükmünde olan
Din İşleri Yüksek Kurulu'nun bütün üyelerinin gidip organlarını bağışlamaları...
Malatya'daki bir camiin imamı bile organlarını bağışlayarak 100 küsur kişinin organ bağışı yapmasını sağlıyorsa, Diyanet İşleri Başkanı'nın da aynı şekilde davranması hâlinde Türkiye'de organ bekleyenlerin nasıl rahatlayacaklarını düşünün...
Yayın tarihi: 12 Nisan 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/04/12//haber,184A415715D642FA896DB107EB27FBB6.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.