Dün yazmıştım: Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınladığı bir yönetmeliği
geçmişe yönelik işleterek Türkiye'nin önde gelen eski eser kolleksiyoncularının elinde bulunan bazı tariheserlere elkoymaya karar vermişti.
Bakanlığın hazırladığı yönetmelikte
lâhit, stel, sanduka, kabartma, mozaik, sütun, sütun başlığı, sütun kaidesi, arşitrav, taban süslemesi ve kapı gibi
"taşınmaz kültür varlıklarına" ait eserlerin yani eski binalara ait parçaların kolleksiyonun yapılması yasaklanıyordu. Kültür Bakanlığı kararı geçmişe yönelik işletmiş ve bu gibi parçalara daha önceden sahip olanların ellerindeki objeleri müzelere vermelerini istemişti.
Kolleksiyon sahiplerinden bazılarına bu konuda tebligat da yapılmıştı. Ama, tebligat metninde hiç de zarif olmayan bir ifade vardı ve meâlen
"İstediğimiz eserleri 30 gün içerisinde müzelere teslim etmezseniz, hakkınızda bir yıl hapis cezasına çarptırılmanız için suç duyurusunda bulunacağız" deniyordu. Sahip oldukları eski eserleri teslim etmedikleri takdirde hapse girmekle tehdit edilenler arasında
Rahmi Koç ve
Erol Simavi gibi isimler vardı.
Dün bu konudaki yazımın yayınlanmasından sonra Kültür ve Turizm Bakanı
Atilla Koç aradı ve uygulamada değişiklik yapılacağını söyledi. Bakanlığın kolleksiyonlarda bulunmasını yasakladığı eserlerin bunlara daha önceden sahip olanlardan geri alınmayacağını anlattı ve bu iş için hazırlanan kanun tasarısının Meclis'e gönderildiğini söyledi. Kolleksiyonerler bundan böyle vakti zamanında bir taşınmazın, yani tapınak yahut saray gibi yapıların parçası olan eserleri alıp saklayamayacaklar ama daha önceden alıp kaydettikleri eserleri ellerinde tutmaya devam edecekti.
Koleksiyon sahipleri
Atilla Bey' in hazırladığı tasarının yasalaşmasından sonra huzur bulacak ve hemen hepsine bir servet ödeyerek sahip oldukları eserleri rahatça seyredebilecekler.
Neden bu düşmanlık? Sırası gelmişken söyleyeyim: Nedendir bilmem ama, Türkiye'deki müzecilerin çoğunda, eski eser koleksiyonerlerine karşı bir antipati vardır. Koleksiyoncular onların gözünde maalesef bir çeşit eski eser tücarı yahut hırsızıdır. Evlerdeki kolleksiyonların her yıl yapılan rutin kontrollerinde o koleksiyonun sahibine elden gelen her türlü zorluk çıkartılır, mutlaka bir açık aranır ve tesadüfen bulunduğu takdirde de ağır ceza mahkemelerinde sürüm sürüm sürünmesi için elden ne gelirse yapılır.
Bütün bu davranışların sebebi, geçmişte
koleksiyoncu kisvesi altında işi eski eser ticaretine, hattâ kaçakçılığına çeviren birkaç sahtekârın varolmasıdır. Gerçek ve namuslu kolleksiyoncuların birçok müzecinin gözünde her zaman şaibeli olmalarının sebebi de budur.
Unutmayalım: Bugün dünyanın birçok memleketinden modern kolleksiyon mekânlarının başında gelen önemli müzeler, varlıklarını eski eser meraklılarının ve zengin koleksiyon sahiplerinin bağışlarına borçludur. Bu kuruluşlar hem eser şeklinde, hem de maddi olarak yapılan bağışlarla kurulmakta, yine bu yolla ayakta durmakta ve sahip oldukları fonlarla dünya sanat piyasasına bile hakim olmaktadırlar.
Kültür Bakanı olsaydım, ilk yapacağım işlerden biri, müzecileri kolleksiyon sahibi
gerçek ve
görmüş geçirmiş zenginlerin evlerine götürmek, eser seçiminin ve teşhirin ne şekilde yapılması gerektiğini göstermek ve süzülmüş bir zevkin eski eserlere nasıl yansıdığını farketmelerini sağlamak olurdu.
Yayın tarihi: 23 Nisan 2007, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/04/23//haber,9FCA3C18B0ED4CF890FF6AAB7799B96B.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.