Bayat ama önemli habercikler
Sevgili okurlarım, pazardan pazara buluştuğumuzdan, bu köşede sizlere fırından taze çıkmış haberler verme olanağım ne yazık ki yok. Buyrun size belki biraz bayat ama içerikleri güncelliğini koruyan iki konu
İki pazar öncesi, jürisine katıldığım Uluslararası Türkçe Olimpiyadı'nda, 94 ülkeden gelen çocukları ağırladık.Yaşları 8-17 arasındaki bu çocuklar, çeşitli marifetlerini Türkçe sunarak yarıştı, bizler de en iyilerini seçmeye çalıştık. Ülkelerinin milli giysilerini giyen çocuklar, çoğunlukla Asya ve Afrika'nın Müslüman ülkelerinden geliyorlardı. Sahnedeki bayraklar arasında, Romanya, Fransa, Almanya, Avusturya, Amerika ve Avustralya'nın da bayrakları vardı. Programın başında, ben hoş bir heyecanla Türkçe konuşacak Fransız, Amerikalı ve Avusturyalı çocukların sahne almalarını bekledim. Olur a, belki birileri ülkeme gelip hayran kalmışlardı ve çocukları bu eşsiz ülkenin dilini bilsin, istemişlerdi. Ya da stratejik önemimizi kavrayıp çocuklarını yarının lider ülkesinde iş kurmaya hazırlıyorlardı. (Ne gülüyorsunuz kıs kıs, ne yapalım yani ben hayalciysem!) Birazdan heyecanımın hoş değil, boş olduğunu görecektim. Batı'dan gelen kızlar her nedense temsil ettikleri ülkelerin giysilerini değil de günümüz Türkiyesi'nde dinci kesimin modası olan kıyafetleri giymekteydiler. Anlaşıldı ki tesettürlü Avrupalı kızların tümü Türk'tü, Ayşe, Fatma gibi adları vardı ve Fethullah Gülen okullarında okuyorlardı. Amerika'dan gelen kızı da kim giydirmişse ne Türk köylüsünün ne Osmanlı kadınının ne de Amerikalıların kıyafetine benziyordu üzerindeki uzun acayip giysi. (Fethullah Hoca, okullarına bir de 'estetik kavramı' dersi koydursa, vallahi çok büyük hayır işlemiş olur.) Üç saatin sonunda çocuklara ödülleri verildi, Hoca'ya methiyeler düzüldü ve program sona erdi. Kız çocukların sıkmabaşlarına sızlayan yüreğim, onlarca Afrikalı, Asyalı ve Uzakdoğulu gencin konuştuğu düzgün Türkçeyle teselli buldu. Bu çocukların birer Türk dostu olarak yetişmeleri, dilimizi bilmeleri, geleceğe olumlu bir yatırımdı. Bir de geçtiğimiz pazar var, size sözünü etmek istediğim. Bir emekli deniz albayı ki adına 'A amca' diyelim, emeklilik yıllarını huzur içinde geçirmek için Armutlu'ya yerleşir. Bulunduğu köyde terk edilmiş, harap bir okul binası ve okula gitmek isteyip de yakında okul olmadığı için gidemeyen onlarca çocuk vardır. 'A amca', köy muhtarıyla anlaşır, eşten dosttan yardım ister, hep birlikte binayı tamir eder, içine gerekli araç gereçlerini koyarlar, Milli Eğitim'e baş vurarak öğretmenler tayin ettirirler. Okul, köy çocuklarının hizmetine girer. A
AMCANIN OKUL HAYALİ 'A amca', köydeki kızların ekonomik nedenlerle okula gönderilmediğini fark edince, kişisel ilişkilerini zorlayarak değişik kurum ve kişilerden kızlara burs bağlatır. Kız çocukları da okumaya başlar. Yıllar içinde, ortayı bitirenler liseye, liseden mezun olanlar yüksek öğrenime devam ederler. Geçtiğimiz pazar, burslu kızların mezuniyet töreninde, konuşmak ve sevinçlerini paylaşmak için aralarındaydım. Bu kızlardan yarınlara, ezilmiş itilmiş kadınlar yerine, mühendis, öğretmen, doktor, ressam, sanatçı yetişecekti. Çünkü bir 'A amca', emekliliğini boşa harcamamış, güzel bir hayal kurmuş, kendine inanan dostlarının yardımlarıyla hayalini gerçekleştirmişti. Böyle bir hayali gerçekleştirmek için zengin olmak değil, sadece gönül zengini ve azimli olmak yetiyordu. Keşke tüm kasabalarımızda, hayalinin peşine düşecek bir 'A amca' yaşayabilseydi. İşte size imkânları, yöntemleri ve hedefleri değişik iki eğitim yaklaşımı. Benim merak ettiğim; değişik tornalarda yontulmakta olan bu gençler ilerde ufukları açık, iman ve vicdan sahibi, çağın getirdikleriyle başa çıkabilecek donanıma sahip bireyler mi olacaklar yoksa kendilerine sunulan dogmaların esiri, programlanmış robotlar mı? Zaman içinde göreceğiz! Sizlere veda etmeden önce, bana bir kez daha 'Kerinçsiz duruşma korosu' dinleteceği belli olan Perihan'a da bir çift sözüm var: "Hırt...'' der misin, papaz vurduğu varsayılan küçük beye, İşte böyle olursun, bir yaz günü savcıya ifade verir durursun!
|