|
|
|
Yargıtay: Dink sınırları aştı
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, gazeteci Hrant Dink davasında, kurumlar eleştirilirken görüş açıklama niteliğinde olmayan küçültücü ve aşağılayıcı sözlerin ifade özgürlüğünde değerlendirilemeyeceğine hükmetti.
Karara katılmayan Yargıtay Başkanvekili ve Ceza Genel Kurulu Başkanı Osman Şirin ile üye Muvaffak Tatar ise ifade özgürlüğünün Türkiye'de evrensel bakışa uygun korumaya kavuşturulamadığını belirtti.
Alınan bilgiye göre Dink'in, eski Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 159. maddesinde tanımlanan ''Türklüğü alenen tahkir ve tezyif'' suçundan 6 ay hapis cezasına çarptırılması ve cezanın ertelenmesine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yaptığı itirazı reddeden Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararının gerekçesi belli oldu.
Gerekçeli
kararda, ifade özgürlüğüyle ilgili ulusal ve ulusal üstü hukuk düzenlemelerine değinildikten sonra, bu özgürlüğün sınırları tartışıldı. Kararda, ifade özgürlüğünün sınırlandırılması için önemli bir toplumsal ihtiyaç veya zorunluluğun bulunması, bu sınırlandırmanın meşru bir amacı gerçekleştirmek için yapılması, sınırlandırmada aşırıya gidilmemesi ve her halükarda gelişimi zedelemeyecek ölçüde yapılması görüşünün genel kabul gördüğü anlatıldı.
Özgürlükçü demokrasilerde, geniş bir yelpazeyle düşünceyi açıklamanın korunduğu belirtilen kararda, ''İftira, küfür, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik bulunan ifadeler ise düşünce özgürlüğü bağlamında hukuki koruma görmemekte, suç sayılmak suretiyle cezai yaptırımlara bağlanmaktadır'' denildi.
''KİŞİLER DEĞİL KURUMLAR KORUNUYOR''
Yürürlükten kalkan eski TCK'nın 159/1. maddesinde,devletin siyasal ve hukuki varlığının ve aynı doğrultudaki çıkarlarının korunmaya çalışıldığına yer verilen kararda, devletin varlığını oluşturan müesseselere yönelen hareketlerin yaptırım altına alınmasıyla güdülen amacın, temelde devletin tüzel kişiliğinin, saygınlığının ve hukuki yararının korunması olduğu, kişilerin ya da grupların bu amaç içinde yer almadığı vurgulandı.
Kararda, ifade özgürlüğünün devletin veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanacağı ve bunun demokratik toplum düzeninin ve çoğulculuğun gereği olduğu belirtilerek, eleştirinin, kaynağını bu özgürlükten aldığı kaydedildi.
''DÜŞÜNCE DEĞİLSE ELEŞTİRİ OLMAZ''
Eleştirinin doğasından kaynaklanan sertliğin suç oluşturmayacağının altı çizilen kararda, şöyle denildi: ''Eleştiri övgü olmadığına göre, sert, kırıcı ve incitici olması da doğaldır. Eleştirinin sert bir üslupla yapılması, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgu ise de; kurumlar eleştirilirken görüş açıklama niteliğinde bulunmayan, küçültücü, aşağılayıcı ifadeler kullanılmamalı, düşünceyi açıklama sınırları içinde kalınmalıdır. Kurumların saygınlığını zedeleyici veya yok edici, varlık nedenini tartışılır hale getiren hareketlerden kaçınılmalıdır. Herhangi bir düşünce açıklaması olarak değerlendirilemeyecek beyanlar veya açıklamalar, hukukun korumaya aldığı düşünce ve ifade hürriyeti kavramı dışına taşacağından fiile hukuka uygunluk niteliği kazandıracak 'eleştiri hakkı' olarak değerlendirilmesi de olanaksız hale girecektir.''
''USTACA BİR ÜSLUP''
Hrant Dink'in, gazetede 2003 ve 2004 yıllarında birbiriyle ilintili 8 yazısının yayınlandığı anlatılan kararda, sekizinci yazıdaki ''Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur'' ifadesinin dava konusu edildiği kaydedildi.Kararda Dink'in, Atatürk'ün ''Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur'' sözünden çıkarım yaparak ve bu sözü ''ustaca'' bir üslupla değiştirerek Türklüğü aşağıladığı sonucuna, yazıların bütün olarak değerlendirilmesi sonucu varıldığı belirtildi.
Dink'in tarihi olaylara bakış açısına katılınmadığına da yer verilen kararda, bu görüşlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirildiği belirtildi.Kararda, ''Anayasasının 66. maddesiyle, vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk olarak kabul eden, gerek Anayasası gerekse ceza yasasıyla her türlü ayrımcılığı reddeden, Lozan Antlaşması ile de Ermeni kimliğini azınlık niteliğinde kabul eden bir ülkede, Ermeni kimliğinin korunmasını savunmak, tamamen bu güvenceler kapsamında kabul edilmiş, sanığın bu düşünceleriyle eylemi arasında atılı suç öğeleri veya kastı yönünden düşünsel bağ kurulması yoluna gidilmemiştir'' denildi.
Yazının yayımlandığı gazete, sanığın konumu, hitap edilen kitle, yazının muhatap kitle tarafından algılanma biçimi gözetildiğinde, kullanılan ibarenin Türklüğü tahkir ve tezyif edici nitelikte bulunduğu anlatılan kararda, Ermeni toplumunu yüceltirken Türk toplumunu aşağılamanın ifade özgürlüğü ve eleştiri kapsamında değerlendirilemeyeceği sonucuna ulaşıldığı belirtildi.
KARŞI OYLAR
Çoğunluk görüşüne katılmayan Yargıtay Başkanvekili ve Ceza Genel Kurulu Başkanı Osman Şirin ile üye Muvaffak Tatar, ortak hazırladıkları karşı oy gerekçesinde ise yerel mahkeme kararına katılmadıklarını, yazının ''eleştiri hakkının tipik kullanımı'' olduğunu ifade ettiler.
Ortak gerekçede, ''o zehirli kan'' ifadesiyle, 1915 olayları nedeniyle Ermenide yer alan hatalı ve saplantılı anlayışın kastedildiği anlatıldı.Ortak karşı oy gerekçesinde, yerel mahkemenin ''Türklük'' kavramını ırkçı bir ulusçuluk anlayışıyla özdeşleşen gerekçelerle izaha yeltendiği savunularak, ''Tarihin derinliğinden bu yana süregelen birliktelikle oluşmuş bu üst ve birleştirici değerin, sadece Türk ırkını değil, değişik dil, din ve ırklara mensup olanları da kapsadığını, Ermenilerin de bu oluşumda aynı devlet ve aynı bayrak altında 'millet-i sadıka' adlandırılmasıyla yerini aldığını gözden kaçırmıştır'' denildi.
''MİLLİ DEĞERLER SÖZ KONUSU OLUNCA...''
İfade özgürlüğünün, Türk ceza yargısı uygulamasında özellikle milli değerler söz konusu olduğunda evrensel bakışa uygun bir korumaya kavuşturulamadığı anlatılan ortak gerekçede, AB'ye üyelik sürecindeki uyum yasalarındaki değişim ve gelişimin yeterince kavranamadığı ve eleştiri hakkının vazgeçilmezliğinin kararlara yansıtılamadığı ifade edildi.
İfade özgürlüğünün sınırlarının genişliğiyle ilgili Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine (AİHS) ve ulusal üstü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına uyma zorunluluğuna dikkat çekilen ortak gerekçede, Dink'in mahkum olduğu ifadenin bu kriterlere göre eleştiri kapsamı dışında değerlendirilemeyeceği kaydedildi.
Ortak gerekçede, ''Yerel mahkeme, konu yazıyı değerlendirirken AİHM içtihatlarını gözetmemiş, vardığı hükümle Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Avrupa Birliğiyle uyum programına katkıda bulunmamıştır'' denildi.
''KARŞI FİKİRDEN HALA KORKULUYOR''
Ortak gerekçede, Türkiye'de karşı fikrin serbestçe ve korkusuz biçimde söylenmesinden hala korkulduğu, söylemine izin verildiğinde o görüşlerin kabullenilmiş sayılacağı ve yandaş toplayacağının düşünüldüğü ifade edilerek, şöyle devam edildi:
''Bu, büyük bir yanılgıdır. Demokrasi, hakaret ve kavgaya davet gibi çok zorunlu kısıtlamaların dışında her görüşün serbestçe dile getirilmesini olanaklı kılmasıyla da diğer yönetim biçimlerine üstün hale gelen rejimin adıdır. Düşünce özgürce dile getirildiğinde, karşı fikirlerin acımasız testine tabi bir açıklığa kavuşmaktadır. Bu açıklıkta ya kendini kabul ettirip yandaş bulabilecek ve böylece ayakta kalabilecek ya da kabul edilmezliği saptanacak, tükenip silinecektir. Tarih boyunca bu hep böyle olagelmiştir.
Altı çizilmeli ve zihinlere öylece kaydedilmelidir ki; yargılanan ve cezaevi yolculuğuna çıkarılan hiçbir düşünce ölmemiştir. Aksine mağdur duruma düşmüş, ya yandaş bulmuş ya da söyletilmesi yasaklanınca karanlıklara inmiştir. Karanlıklar kontrol edilemez alanlardır. Burada düşünceyi karşı düşünceyle ezmek, etkisiz hale getirmek ve yok etmek olgusu yoktur. O zeminde denetlenemez bir büyüme söz konusudur.
Bu nedenlerdir ki uygar dünya, fikirleri, hep aydınlıkta tutmak ve ifade edilebilirliğini özgür bırakmak kararlılığındadır. Her düşünce ve ifadenin karşıtının mihenk taşı olduğu, karşıtıyla mukayese edilmediğinde doğrunun ortaya çıkamayacağı, karşı düşünceyi yendiği ve etkisiz kıldığı durumda düşüncelerin güç kazanıp benimsenebilir etkinliğe ulaşabileceği uygar alemin asla göz ardı etmediği doğrulardandır. Bu doğrular uygarlık yarışına çıkanlarca da gözetilmek zorundadır.''
''RESMİ TEZLE BAĞDAŞMADIĞI AÇIK''
Ortak gerekçede, Dink'in görüşlerinin resmi Türk tezi ile bağdaşmadığının tartışmasız olduğu da vurgulandı ve geçen yıl bazı sorunlardan sonra yapılan ''1915 olayları ve Türk-Ermeni İlişkileri'' konferansında Türk tarafının açılımlarının, resmi Türk görüşünü güçlendirici sonuçlar yarattığı belirtildi.Düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasının, genelde milli, manevi, sosyal ve dini üst değerlere ilişkin görüş açıklamalarıyla ortaya çıktığına dikkat çekilen ortak gerekçede, genelde yargıcın da aynı değerlerin sahibi ve benimseyeni durumuna düşmesi nedeniyle tarafsızlığını yitirme riskiyle karşı karşıya kaldığı belirtildi.
''MAĞDURUN YARGIÇLIĞI''
Ortak gerekçede, Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesinin de bu eğilimle yargılama hatası yaptığı ve yasa ve içtihatlara aykırı biçimde kişileri müdahil kabul ettiğine yer verildi. Ortak gerekçede, ''Yargıç olarak kendisinin de zarar görenlerden olduğunu ve hatta potansiyel müdahil adayları safında bulunduğunu kabule elverişli tavır ve değerlendirmelerle kararını gerekçelere bağlamış, mahkumiyet hükmünü 'mağdurun yargıçlığı' görüntüsüyle kurmuştur'' denildi.
''TÜRKİYE, ARTIK KAVRAMALI''
Ortak gerekçede şöyle devam edildi: ''Artık Türkiye, değişen, gelişen, kişi ve özgürlüklerini haklar kavramının odak noktası olarak benimseyip koruyan bir dünyada yer aldığını kavramak zorundadır. İçine kapanmak ve düşünceleri sınırlayıp söylemleri kısıtlamakla hiçbir değerini koruyamayacağını, suskun kalanla değil, konuşan, karşı çıkan ve eleştiren toplumla uygarlığı yakalayacağını asla unutmamalıdır. Ceza korkusuyla hiçbir düşüncenin söylenmesinin engellenemeyeceğini, aksine denetlenemez zeminlerde dillenmelerine ve yeşermelerine neden olunacağını, her fikrin ancak karşıtının varlığıyla ve onu kabul edilmezliğe itişiyle değer ve yandaş kazanacağını bilmelidir. Yasaklamaların nice yanlış ve değersiz düşünce ve görüşleri ve o görüşlerin sahiplerini hiç de hak etmediği düzeyde şöhrete ulaştırdığını artık herkesin kavraması ve ona göre duruş sergilemesi zarureti vardır.''
Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına, Şirin ve Tatar dışında 5 üye daha katılmadı.
Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi, Dink'i dava konusu yazısı nedeniyle TCK'nın 159. maddesi uyarınca 6 ay hapse mahkum etmiş ve cezayı ertelemişti.Yargıtay 9. Ceza Dairesi, esasa ilişkin temyiz istemlerini reddederek, suçun oluştuğuna işaret etmiş, yerel mahkeme kararını usul eksiklikleri nedeniyle bozmuştu.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise daire kararına, suç unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda esastan itiraz etmişti.
(AA)
|