Kurtlar ve oğlum...
Bu köşedeki son yazının konusu, aynı saatlerde ekrana gelen "iki aşk öyküsü" nün kıyaslanmasıyla ilgiliydi. Aliye'yle Aydan'ın aşk öykülerinin... Kıyaslamayı biz yapmadık. Zihinlerinin "dokun" komutuna uyarak "uzaktan kumanda" ların tuşlarına dokunan izleyiciler yaptı. Kıyasladılar ve bir seçim yaptılar. "Kurmaca" öyküyü seçtiler. Aslını es geçtiler. Biz; o "kıyas" ın analizini yapmaya çalıştık yalnızca... Bir bilgenin dediği gibi "her seçiş, bir vazgeçiş" miydi aslında? Yaşamda önümüze çıkan seçeneklerden birini seçtiğimizde berikinden büsbütün vazgeçmiş sayılabilir miydik? Düşünmeye değmez mi? Düşünün bakalım yaptığınız tercihler sonucu, kenarda boynu bükük kalmış öteki seçeneğin sizin için ifade ettiklerini? Birini seçme mecburiyeti, berikini "inkar keyfiyeti" midir ille de?
Öyle olmadığını Türkiye'de yapılan seçimler her seferinde bir kez daha kanıtlıyor. 1995, 1999 ve 2002 seçimlerinde sandıktan iktidar olarak çıkan partiler, bir önceki seçimde kenarda boynu bükük terk edilmiş siyasal hareketin temsilcilerinden oluşuyor. Barajı bile aşamayanlar, sonra pekala iktidar ortağı hatta tek başına iktidar olabiliyor. Bütün bunlara kim karar veriyor? Zihinlerinin "dokun" komutuna uyarak, gizli oy verme kabinlerinde "evet" mührüne dokunanlar. Kaç milyon onlar?
Bu yazının konusu "siyasal seçimler" deki seçmen tercihleriyle ilgili değil. Bir önceki yazıda olduğu gibi, popüler kültür alanındaki bir "seçiş" le ilgili... Bu "seçiş" in bir "vazgeçiş" olup olmadığını, sormaya ve anlamaya çalışacağız. İlki; "Kurtlar Vadisi Irak" filmi... Film; televizyonda iki yıldır süren bir dizi "fenomen" inin üstüne çekildi. Çok anlaşılır bir şeydi. Amerikan sineması da televizyonda büyük ilgi gören dizileri, ekran şovu biter bitmez beyazperdeye aktarıyordu. Hazır "izleyici potansiyeli" nden yararlanıyordu. Büyük tanıtım kampanyalarına bile ihtiyaç kalmıyordu. Kaldı ki, bizde diziyi sinemaya taşıyanlar, ekrandaki "çatışma ekseni" nin de dışına çıkarak, gündemin "bamteli" ne dokunup "ulusal" cılık damarına basıyorlardı. Yoğun şiddet öğesi, patlayan silahlar, bombalar, vs... Başarı kaçınılmazdı. Gazeteler, televizyonlar ister istemez bu filmi konuşuyor, yazıyor, ekrana taşıyordu. Sevgili Ali Saydam, "kaçıranlar" için "dizi" nin başarısını deşifre ediyor köşesinde günlerdir. Kimsenin fark etmediği çok ince ayrıntıları yakalayarak. Kıvrak kalemiyle kuşkusuz filmin analizini de yapacaktır günü gelince. Bekleriz. Lakin... Bizim filmi nasıl algıladığımız kadar, filmi bize sunanların nasıl algılamamızı istediği de önemli değil mi? Filmin afişinde almamız gereken mesajı yazmışlar zaten kocaman puntolarla: "Sonunu düşünen kahraman olamaz!"
"Ona bir oda ver baba, gidecek yeri yok!" Bu da "öteki" filmin afişinde yazıyor el yazısıyla... "Babam ve Oğlum" filminin afişinde...Arkasında dizi desteği olmadan, hemen hiç tanıtım yapılmadan ve gündemdeki hiçbir "egemen çatışma sahası" na girmeden, kendi halinde akıp giden bir "babaoğul" hikayesi... Kurtlar Vadisi Irak'ın gişede birkaç haftada üç milyona yakın seyirciyi yakalaması kimse için sürpriz değil. Ve fakat... Vadide yankılanan silah sesleri arasında bile; "öteki" nin sessiz yolculuğuna devam ediyor olmasına ne demeli? 14'üncü haftasında ve üç milyon insanın kurumuş göz pınarlarında...
Sinema salonlarında, yer göstericiye gösterilen "orada" ki üç milyon biletle, "şurada" ki üç milyon bilet az şey midir? Yazının arasına, siyasal tercihlerle ilgili paragrafı boşuna koymadık. Bu "rakam" lar Türkiye'de iktidar değiştiriyor tek başına. Tamam... Hayatımızı filmler şekillendirmiyor büsbütün. Karanlık salonlardan gün ışığına çıkınca, filmin kahramanlarına dönüşmüyoruz bir anda... Lakin... Tercihlerimizin, seçimlerimizin hiç mi önemi yok? Biz hangisiyiz öyleyse? İkisi birden nasıl yaşayabiliyor bir tek "biz" de? Ya da biz, bir tek "biz" değil miyiz gerçekte? O üç milyonla, beriki üç milyonun kaçı aynı insanlardan oluşuyor? Daha önemlisi kaçı kendini buluyor beyazperdede akıp giden maceranın kilometre taşlarında? Sonunu düşünmeyen kahramanlar mıyız, ırakta? Gidecek yeri olmayan çocukların babası mıyız, durakta? Hangisiyiz biz, cennetle cehennem arasındaki şu dumanlı "araf" ta?
|