Bazen yanlış anlaşılıyor
Geçen gece Levent Kırca'yı dinledim. Show TV'de televizyonda izledim. Ertesi gün gazetede okudum söylediklerini. "Oya ile iki kişi olarak çalıştık, kazandık. Hatta ben televizyon kanalı, film diye kendi bölümümü harcadığım için onun parasını harcadık zaman zaman. Ben eğer iş yerinde yatıyor çamaşırımı yıkıyorsam bu benim tercihim. Parasızlık tabii ki işin biraz mizah tarafı" deyip şöyle ekledi: "Oya oyuncu olarak benden bile başarılıdır. Adı önce yazılmış sonra yazılmış hiç problem yapmadı. Çok zorluklarla başlayıp, sonra ekibi taşıyan iki oyuncu olarak beraber çalışarak kazandık şöhreti de, maddi imkanları da Oya mert bir kadındır." Çok hoşuma gitti. "Daha önce e v l i l i ğ i m d e n olan çocuklarıma da Umut'a, Ayşe'ye de doğru bulmadığı konuda karışır." Burayı ben ekliyorum Filiz olarak. Hatta oğlum İlker'e bile ablası olarak karışır. Yanlış bulduğu her şeyi söyler, dobradır. Arkadaşları zor durumda olsa boğazından lokma geçmez koşar yardımına. Levent'in hakiki bir sıkıntısı olsa ilk başta o kıyamaz zaten ona. Ev, araba umurunda da olmayabilir. Ama kazanılan her kuruşa saygısı vardır. Savrulması söz konusu olunca tavrını koyar. Yıllardır Oya Başar'ı tanıyor bu toplum. Ayrılmalarının ardından söylenenler onun hak ettiği şekilde düzeltildi. Sevgili Levent Kırca'ya da bu düzeltmeyi yapmak yakıştı doğrusu.
BEYİN NAMUSU Aslında çok değerli yazar, filozofumuz Çetin Altan, beyin namusunun önemi hakkında yazar: "Batıda bizdeki sıcaklık, dokunmatik sevgi yok. Ama okumuş, eğitimli insanlarda daha bir beyinsel namus anlayışı vardır. Takdir veya tenkitlerinde daha kompleksizdirler" denir genelde. Hak edenin, ( kaybeden kendi bile olsa ) elini sıkmak, karşısındakini aşağı çekmeye değil, ondan daha iyi olmayı hedeflemek. Beyin namusu insanın işine de gelmese doğru olanı kabul etmesi değil midir? Egosuna ters düşse de, kıskançlıktan, imrenmekten bütün planları alt üst olsa bile İlk önce KENDİNE olan DÜRÜSTLÜĞÜ, ikincisi kendisine olan SAYGISININ her şeyden önemli olması.
TÖRE DAVASI Bütün değerleri para, güç gibi şeyler için kaybedeceksek aklımızın namusu, içimiz, ruhumuz boşalmaz mı? diye düşündüm. Mesela aile içi şiddet. En güzel yazılardan biri Balçiçek Pamir'indi. Tecavüze uğramış kadınlardan doğan çocukların akıbeti olan ölüme terk edilmelerini ne dokunaklı anlatmıştı! Hele yazı sonunda koyduğu resim. Bir setin üstünde bekleyen sadece görevlilerin gömeceği kimsesiz minicik bir kefen içinde bebek. Ya annenin veya kadınların töre cinayetlerinde yaşadıkları. Kız çocuğu doğar doğmaz potansiyel suçlu. Ya bir erkeğin dikkatini çekerse!..Hatta çoğunlukla aileden biri olabiliyor bu. Canı isteyince kabahatlinin üstüne çullanıyor, akrabasına, yeğenine, kızına bile. Sen şiddet kullan, zor kullan iki dakikalık zevkin için zavallı kızlara, sonra da kirlendi diye aile fertleri toplanıp karar alsınlar. Öldürülmesi lazım diye. Niye? Ailenin namusu için. Çoğunlukla kendi erkek kardeşine düşüyor ailenin namusunu temizlemek. Alınlarına yazılan bu lekeyle yaşayamazlarmış. Kızın suçu ne? Esas suçlu kim? İnsan inanamıyor bu törelerin nereden çıktığına? En ufak mantık olmayan durumda kafaların içinde beyin var mı yok mu diye merak ediyor insan? Aslında inanıyorlar doğru yaptıklarına. Onlar da herhalde beynin namusu mu olurmuş diye şaşıp kalıyorlardır. İnşallah bir gün tartışa tartışa bu yanlış inanç değişir, bebeklerin veya kızların bu kötü kaderi de...
|