Ben o değilim
Sönmez'le ilk evlendiğimizde bir tanıyan çıkınca güvenlik açısından "Yok o değilim, ama çok benzetirler" diyordum. Karşımdaki "Deli mi bu kadın, göz göre göre 'değilim' diyor" diye şaşırıp kalıyordu. Bir gün Bodrum'da, akraba gibi olduğumuz başka bir Selma arkadaşımla pastaneye gittik. Gözümde gözlük, hızla arka tarafta bir masaya doğru gidip arkamı dönüp oturdum. "Oh, kimse fark etmeden oldu bu iş" derken pastalar geldi. Tam çatal bıçakla kestim, pat pat pat topuk sesleri... Karşımda hınzır ifadeyle ellerini beline koymuş bir kadın. Ağzıma lokmayı götürecekken kalakaldım. "Benden kaçar mı sandınız?" dedi. Tam "Ben o değilim ama..." diyeceğim, elini tehditkar bir şekilde sallayıp "Sizi sizi, tanıdım tabii ki... Hale Soygazi..." deyince, ağzıma attığım parçayı püskürtmemek için peçeteyle kapatıp gülmeye başladım. Tedaviden sonra saçlarım iyice koyu çıkınca tanınmamak kolaylaştı. Makyajsız, kasketimi geçirip dolaşmaya başladım. Televizyon seyreden hanımlar ve gençlerden kaçış yok, ne yapsanız tanıyorlar. Ama ben alışamadım. Senelerce sarışınlıktan sonra aynalaşan camlarda koyu renk saçlı kadınlarla göz göze geldiğimde "Kim bu?" diye irkiliyorum. Biz de bir tuhafız. Hem tanınmamak isteriz hem fark etmeseler fena halde bozuluruz. Kitap Fuarı'nda "Hayata Merhaba" adlı kitabımı imzalayacağımı duyup birikenlere, Deniz (Bircan'ın yeğeni) kitabı bana uzatıp isim soruyor, (İsmet Paşa gibi tek kulak duyuyorum ya) ben de yıldırım hızıyla imzalıyorum. Yanlış taktikmiş meğer... Uzattıkça uzatacaksın, fark edenler, "Haydi biz de imzalatalım. Bak ne kadar çok kişi önem veriyor. Bir daha nerede göreceğiz" diye özenenler çoğaltıyorlar kalabalığı. Ben çabuk çabuk imzalayınca bitiverdi kuyruk. Bakıyorum "Şu Çılgın Türkler"in yazarı Turgut Özakman'ın (tabii ki daha fazlasını hak ediyor da bizimkisi şakalaşmak işte) önünde çok yavaş ilerleyen bir kuyruk. "Kalk" dedim Deniz'e, "Nereye gidiyoruz Filiz Teyze?" deyince, "Kendimizi göstermeye'' dedim. Deniz'in omzuna elimi atıp, birlikte fuarı turladık. Ama hayır, herkes inatla başka tarafa bakıyor. Yüzümde full makyaj, şıkıdım şıkıdım giyinmişim. Hani tanısalar çok iyi olur günümdeyim. Bir tek otobüsteki çocuklar... Onlara el salladım. Çığlık çığlığa cama yapıştılar ama yanlış zamanlama, otobüsten inmek değil binmek ve hareket etmek durumundaydılar. Makyajsız olduğumda ben bile kendimi görmek istemediğimden geçen gün bir hanım durdurdu, dik dik yüzüme bakıp gayet sert bir tonla "Ben sizi nereden tanıyorum?" diye sorunca "Bilmem" deyip kaçtım.
MÜJDE AR VE J.R. Müjde Ar'a bayılırım, çok güzel esprileri vardır. Hikayeye göre bir gün arabasını tamir ettirmek için Dolapdere'ye gider. O zaman televizyonlar bu kadar her halini göstermiyor insanın. Halk bizim üç metre boyunda olduğumuzu, yatağa bile takma kirpikler, pullu tuvaletlerle girdiğimizi sanıyor. Müjde de sıradan spor kıyafetler içinde, makyajsız, küçük bir kız çocuğu gibi. Bir de bakıyor ki tamirhanedeki odanın her tarafı yalnız onun afiş ve resimleriyle dolu. Tamirci imzalı bir resim verse çıldıracak. "Kaleminiz var mı?" diye soruyor. Adam ona dik dik bakıp. "N'aapcan kalemi?" diyor. "Şey yani resim imzalayacaktım da..." "Sizden resim isteyen oldu mu?" "Ama şey... Burada bir tek benim resmim konmuş her yere..." "Eee?" "İşte o ben... Müjde Ar..." Tamirci, bir resimlerdeki süslü kadına bir de karşısındakine bakıp (O sıralarda "Dallas" dizisi seyrediyor herkes) "Öyle mi canım, o zaman ben de JEY AR!" deyip, elini sıkıyor. ('Dallas'ın başrol oyuncusu J.R.)
ESMER SARIŞIN OLDUM Boğaziçi Üniversitesi Sinema Bölümü'nün kurucusu Mithat Alan ve Yamaç'ın verdiği kokteylde Hale Soygazi'ye sinemanın artık esmer sarışını olduğumu, insanların yadırgadığını anlatıyorum; "Tahmin ederim" diyor anlayışla. Çünkü benim yolumu kesip "Geçmiş olsun, çok üzüldük" diyorlar. Ben de hiç bozmadan teşekkür ediyorum senin yerine... Sarı saçlarını sallayarak gülüyor.
|