|
|
|
|
|
İki gözüm iki çeşme
|
|
Bir gözünüzden kahkaha, öbüründen hıçkırık yaşları akıtan adam, Woody Allen... Bir konser için İstanbul'da.
İki gözüm iki çeşme
Woody Allen, caz grubu New Orleans Jazz Band'la tek konser için bu hafta İstanbul'da. Hani şu bir gözünüzden kahkaha yaşları, öbüründen hıçkırık yaşları akıtan adam.
O, karmakarışık, kabustan beter kişiliğinin her hücresine sinmiş, saymakla bitmeyen komplekslerini güç kaynağına dönüştüren adam. Ayrıca paraya da! Üne de! Ama tüm bunların yanında sanata da. Bu hafta İstanbul'da ağırlayacağımız Woody Allen'dan söz ediyoruz. Eşek kuyruğu kadar uzun, kirpi oku kadar sivri dilli, her esprisi kısa sürede özdeyişe dönüşen adamdan. Onun bir gün mutlaka derlemesi yapılacak ve herhalde kütüphanelerde en azından koca bir rafı dolduracak esprilerinden bir demetini bu yazıya serpiştireceğiz. Haydi başlayalım: ("Ah! Varlığına inanmam için tanrı hiç değilse bana bir işaret gönderebilseydi. Bir İsviçre bankasında adıma yüklüce bir hesap açtırmak gibi!" "Ölüm ile seks arasında tek fark var: Ölümü tek başınıza gerçekleştirebilirsiniz ve kimse sizinle alay etmez." "Hayat küçük, kötü ve pahalı bir restorandır. Üstelik yemeğinizi çarçabuk bitirmeniz için aksi suratlı bir garson başınızda bekleyip durur." "Ölüm var olmama durumudur. Var olmayan bir şey yoktur. O halde ölüm yoktur." "Sevgilimle uzun felsefi sohbetler yapardık. Ama o konularda bana bin basıyordu. Ve her defasında bana var olmadığımı kanıtlıyordu." "Tanrı varsa, bu hatası için umarım iyi bir gerekçe hazırlamıştır." Bu kadar güzel sevişmeyi, uzun süre tek başıma antrenman yapmaya borçluyum.") Her biri insanın ciğerini İsviçre çakısı gibi delen bu deyişler, varlık-yokluk ve aşk-seks daracık koridorlarında savrulan bir yaşama ve içinden çıkılmaz hale gelen kompleksler labirentine giriş okunu işaret ediyor. Ama bazıları rezalet sınıfına giren onca ilişkisine rağmen doymamış olmalı ki 70'inde bile gözü komşunun çöplüğünde. Ne olursa olsun -kısacık boyuna, kalın çerçeveli gözlüğüne ve herkesi yıldıran aksiliğine rağmen şaşılacak kadar çok ve inanılmayacak kadar güzel kadınları ağına düşürmeyi başaran- şeytan tüyüne sahip Woody Allen'ın yerinde olmak istemem: Sinemaya bedava giren entel eleştirmenlerin göklere çıkardıkları ama para ödemek zorunda olan Amerikalılar'ın burun kıvırdıkları, gişe hasılatında son sıralarda yer alan filmlere yapımcı, yönetmen ve de çoğu kez oyuncu olarak imza(lar) atmanın ruhsal çöküntüsüne ve o çöküntünün getirdiği, en güzel ifadesini onda bulan davranış bozukluklarına (Ne kadar nazikim, değil mi) dayanmak kolay olmasa gerek. Sadece onun değil, hemen her gün kapısını çaldığı psikiyatristinin yerinde de olmak istemem: Seans başına 250 dolar (fiş istemediği için indirim yapılıyor galiba) ödüyor olabilir ama psikiyatristi de kesinlikle o parayı feryat-figan divanına uzandığı bir başka psikiyatriste ödüyor olmalı. Belki de fazlasıyla.
OYUNCULARI DOKTORLUK Sadece onun ve psikiyatristinin değil, senaryosunu yazıp yönettiği filmlerde onun hayatından bir kesiti canlandıran oyuncuların da yerinde olmak istemem: En ünlülerinin, başrolü oynayanların haftada sadece 5 bin dolara talim ettikleri yetmezmiş gibi, onun birkaç mislini ruh sağlıklarına yeniden kavuşmak için doktorlara ve ilaçlara harcıyorlar. Yoksa hepsi tımarhanelik olacak. Ama o, insanları hem güldürüp hem de kanlarını dondururken, ileri yaşında bile, herkesi deliliğin eşiğine getiren fantezilerini bile çocuk masalı masumiyetinde bırakan bir yaşamın tadını doya doya çıkarmasını çok iyi biliyor. Buyrun her birinin yorumu ciltlere sığmayacak deyişlerinden bir demet daha: "Wagner'i çok fazla dinlediğimde, içimden bir ses 'Ne duruyorsun, git, Polonya'yı işgal et' diyor." "Bizim evde alakart yemek çıkıyordu. Maça asını çeken yemeği hak ediyordu." "Önce kör oldu, sonra öldü. İkincisi daha kötü; çünkü seçenekleri azalıyor." "Annem ve babamla ilişkilerim hep iyi oldu. Beni sadece bir kez dövdüler; 23 Aralık 1943'te başladılar vurmaya, 1944 sonunda bitirdiler." "Soru: Size seksi kim öğretti? Allen: Annem. Ona insanın türünü nasıl devam ettirebildiğini sordum. Kudurduğumu anladı ve 'Köpek ısırmasıyla' yanıtını verdi. Komşu kadın üçüz doğurunca, 'Onu herhalde bir Saint-Bernard ısırmış olmalı' diye düşündüm." Sıra dışı, alacakaranlık kuşağı bölgelerinde dolaşan, bizden daha akıllı yaratıkların yaşadığı dünyalardan geldiği izlenimi uyandıran bu beynin sahibi aslında pek de mürekkep yalamış sayılmaz. Woody Allen 1 Aralık 1935'te (yani "Yay" burcu. Özellikleri: Gerçeği pat diye söyleme cesareti ya da dürüstlüğüne sahip olması) New York'un Brooklyn bölgesinde doğdu. Asıl adı Allen Stewart Konisberg. Yahudi kökenine haddinden fazla gönderme yapan "Woody" adını, 1952 baharında bir çizgi film kahramanından aldı: Walter Lantz'ın yarattığı Woody Woodpecker'dan. 1970'lerde çok ama çok sevilen, TV'lerde bugün bile her macerası (1941-1970 arasında 194 film üretildi) her gösterilişinde büyük-küçük milyonları beyaz camın önünde iyi bir yer kapmaya koşturan "Ağaçkakan". Tüyleri Amerikan bayrağının renklerini taşıyan, sinir bozucu gülüşüyle, kuyruğuna tuz dökülünce yapışıp kalmasıyla ünlü o hınzır ağaçkakanı anımsadınız herhalde? Sinema ile 3 yaşında Pamuk Prenses çizgi filmiyle tanıştı (7 Cüceler'den geçen kompleksleri de var mı dersiniz?) ve o andan itibaren sinema salonları önce ikinci kreşi, daha sonra da ikinci evi oldu. İlkokulda onu üstün zekalılar için oluşturulmuş özel sınıfa koydular ama okulu da okumayı da hiç mi hiç sevmedi.
OKULLA YILDIZI BARIŞMADI Sevmemekle kalmadı; okulu birbirine katmayı, kötü örnek olmayı da başardı. Fazlasıyla. Daha o yaşta. Ödevlerini baştansavma yapıyordu. Her teneffüste yeni bir kavga çıkarmayı beceriyordu. Liseyi zar-zor, itekaka ve parlak olmayan bir dereceyle bitirdi. O sıralar New York Post gazetesinin ünlü yazarı Earl Wilson'ın makalelerinin en altında tek cümlelik komik dip notlar yer almaya başladı. Onların yazarı 16 yaşındaki Woody Allen'dı. Okurlarının ısrarlı çağrıları sonucu Wilson, 25 Kasım 1952'de imzasız komik notların sahibini açıklayınca, Allen'ın mizah yazarlığı kariyeri başlamış oldu. 1953'te hiç değilse yazdıklarının senaryoya dönüştürülmesinin bilimsel yolunu-yordamını öğrenmek için New York Üniversitesi'nin dünyaca ünlü film okuluna yazıldı. Öğrencilik sendromu burada da depreşti: Dersleri asıyordu, ödevleri yapmıyordu. Daha ilk yılın sonunda sınavlarda çakınca kendini kapı önünde buldu. Bu, öğrenim hayatının sonu anlamına geliyordu. Ancak okul yılları ilerde yığınla esprisine esin kaynağı oldu. İşte birkaçı: "Soruyu bilmiyorum ama cevabı seks!" "Beynim en önemli ikinci organımdır." "Adem elmayı lezzetli olduğu için ısırdı ama daha sonra Havva'nın meyvelerinin çok daha tatlı olduğunu fark etti." Kimilerine göre hedef kitlesi çok zekilerle sınırlı olan esprileriyle, kimilerine göre ise Karl Marks ve Albert Einstein'dan sonra gelmiş geçmiş en akıllı Yahudi diye gösterilmesini sağlayan zekasıyla Woody Allen kısa sürede önce New York'ta sonra ABD'de, daha sonra da tüm dünyada kendinden söz ettirmeye başladı. Çünkü yeni bir kariyere geçmişti: Gece kulüplerinde şovmenlik. Sonra gazeteciliğe heveslendi. Dip notu nüktedanlığından adıyla-sanıyla yazarlığa terfi için. Ondan sonra kariyerler zinciri uzadıkça uzadı: Sinemaya ilk ama irice bir adım atmasını sağlayan senaryo yazarlığı. Ardından oyunculuk. Bir sonrası yönetmenlik. Ve son aşama: Hem yapımcılık, hem yönetmenlik. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, bir de caz müzisyenliği. (Zaten Avrupa turnesinin Brighton, Milano, Lizbon ve Barselona'dan sonra beşinci ve son durağı olan İstanbul'a on parmağındaki bu onuncu marifetiyle geliyor. Kendisinin kurduğu ve adını taşıyan toplulukla: "Woody Allen and his New Orleans Jazz Bond." 1970'ten bu yana her pazartesi gecesi New York'taki Michael's Pub'ta sahne alan grup. Allen'ın klarnet, aynı zamanda grubun müzik koordinatörlüğünü de yapan Eddy Davis'in banjo, Conal Fowkes'in kontrbas, Robert Garcia'nın davul, Cynthia Sayer'in piyano, Simon Wettenhall'in korno, Jerry Zigmont'un trambon çaldığı grubun bu biricik konserini kaçırmayın diyeceğim ama biletler satışa çıktığı 14 Kasım Pazartesi günü sadece 5 saatte tükendi. Pablo Picasso sergisinden sonra Woody Allen konserine gösterilen olağanüstü ilgi, doğrusu insanı hem umutlandırıyor hem de gözlerini yaşartıyor. Tıpkı Woody Allen'ın esprilerinin gülerken ağlatması gibi.) Allen'ın dünyasında cazın hayati önemini kavrayabilmek için "Akortlar ve Akortsuzluklar" filmini izlemek gerek. O filmin kahramanı kleptoman Emet Ray aslında, Allen'ın idolü Django Reinhardt'ı canlandırıyordu. Portre içinde portre olacak ama Django'yu birkaç satırla da olsa anlatmak zorundayız: Jean-Baptiste Django Reinhardt bir çingene ailenin çocuğu olarak 23 Ocak 1910'da Belçika'da bir at arabasında dünyaya geldi. 10 yaşında banjo ile tanıştı. Amcasının telleri pas tutmuş aleti sayesinde. 13 yaşında gitara geçti ve kısa sürede Paris barlarında çalmaya başladı. 2 Kasım 1928'de, henüz 18 yaşındayken, hayatının geri kalan yıllarını etkileyecek bir acıyla karşılaştı: İlk eşi Bella Baumgartner'le yaşadıkları at arabasında yangın çıktı. Django'nun sol eli ve bacağı yandı. Elinin bileğinden kesilmesinden son anda kurtuldu ama sadece iki parmağı sağlam kaldı. 18 ayda yeni koşullarına uygun, yani iki parmakla çalmasını sağlayan bir stil geliştirdi, 1931'de cazla tanıştı, o tarihten sonra da dünyanın gelmiş-geçmiş en büyük gitar virtüözü olarak anılmasını sağlayacak ufuklar açıldı önünde. 16 Mayıs 1953'te öldüğünde, hepsi de birbirinden güzel ve sevilen 106 bestesi vardı.
BÜYÜK TUTKUSU SİNEMA Geldik Allen'ın sinema kariyerine. Hayatının -kadınlardan sonra- bu en büyük tutkusuna bize ayrılan sayfanın sonuna yaklaştığımız için az yer ayırabilmemiz, ona varlığını inkar ettiği ya da en azından yıldızının barışmadığı tanrının bir cezası olabilir mi; bu konuda görüş belirtmeye ehil herkesin yanıtını bekliyoruz. Bu bekleyiş sırasında bir ömre zor sığacak beyaz perdeyle interaktif ilişkilerini şöyle özetleyelim: Batı'da Allen'ın İstanbul konserinden bir gün önce, Türkiye'de ise şubat sonunda gösterime girecek "Match Point", onun 40 yılda sayabildiğimiz kadarıyla çeteleye attığı 43'üncü çentik. 5'i oyuncu, 38'i yönetmen (bazılarında ayrıca oyuncu) olarak. Her yıla bir filmden fazlası düşüyor. Hepsi de birbirinden önemli (en azından tıp tarihi açısından) olan filmlerinin listesini vermenin alemi yok. Ancak paranoyanın sınırlarını zorlayan, insanda asap -yoksa özgüven mi?- bırakmayan akıl yürütmeleriyle ruh hekimlerine sürekli yeni hastalar kazandıran filmleri sayesinde 20 kez Oscar'a aday gösterildiğini hatırlatalım. 3'ünde o altın heykelciği aldı. Ah unutmadan, 9 kez de Golden Globe (Altın Küre) Ödülü'nü kazandı. İspanya'nın en büyük sanat ödülü Asturias da cabası. Ama "Ben yürekler acısı bir iş çıkaran vasatın altında bir yapımcıyım" demiyor mu, "Şikayetçiyim; bir efsane üstüme yapışıp kaldı: Güya ben gözlüklü olduğum ve filmlerin sürekli zarar ettiği için bir entel sayılabilirmişim. Bütün bunlar fasa-fiso" diye söylenmiyor mu; insanın şeytana uyup boğazına sarılası geliyor.
YATAK ODASI ÇOK ŞEFFAF Bu sayfada özel yaşama pek girmiyoruz ama Woody Allen neredeyse yatak odasını Manhattan'ın göbeğine taşıyacak kadar şeffaflığı (yoksa teşhirciliği mi?) savunduğu için birkaç kelam etmek farz oldu. Mia Farrow'la (ikinci eşiydi) evliyken baştan çıkardığı evlatlığı (o tarihte 22 yaşındaydı) Soon-Yi ile çok ama çok mutlu olduğunu söylüyor. Aralarındaki 35 yaş farka rağmen. Kendisini kucağında büyüttüğü kıza göz koymakla suçlayanlara ise şu yanıtı veriyor: "Bir sanatçıdan sıradan bir ahlak anlayışı bekleyemezsiniz!" ABD'de Cumhuriyetçi Parti'nin 2000 seçimlerinde başkan adayı olarak George W. Bush'u belirlediği kurultayda "Dejenere hayatın simgesi" gösterilen, "İşte biz bu çürümüşlükle mücadele için iktidar olacağız" sloganlarıyla yuhalanan Allen insanları hasta etmeye, daha doğrusu içlerindeki karanlık bölgeleri keşfetmeleri için iteklemeye devam ediyor. Hem filmleriyle hem de özdeyişleriyle: "Gazeteci: Eleştirmenler sizin Narsist olduğunuzu düşünüyor. Ne dersiniz? Allen: Öyle olduğumu sanmıyorum. Kendimi mitolojik bir karakterle özleştirecek olsam, bu Narkissos değil, Zeus olurdu." "Rüyamda kendimi Ursula Andress'in külotlu çorabı olarak gördüm." "Michael Jackson fakir, siyah bir erkek olarak doğdu. Zengin beyaz bir kadın olarak ölecek." "Öbür dünyaya inanmıyorum ama ne olur ne olmaz diyerek yine de yanımda yedek iç çamaşırı götüreceğim." "Aşk cinsel ilişkiyle bulaşan ölümcül bir hastalıktır." "Hayatın hiçbir amacı yok. Hiçbir şey kalıcı değil. Shakespeare'ın eserleri bile evrenin dağılmasıyla birlikte yok olacak." "Eserlerimle ölümsüzlüğe kavuşmak istemiyorum. Benim isteğim ölmeyerek ölümsüzlüğe kavuşmak." "Bugüne kadar bir çıplaklar kampında hiç görme özürlüye rastlanmadı." "Otostopçu bir kız genellikle genç, güzel, mini etekli ve arabada karınız varken yol kenarında size işaret eden biridir." Tamam; sinir bozucu, mızrabını insanın en hassas telleri üstüne gezdirip duruyor; ama bir de şöyle düşünün: Woody Allen'sız dünya çekilir miydi? Daha da önemlisi; Allen olmasaydı psikiyatri bilimi bu kadar gelişebilir miydi? Türkiye'ye hoş geldin Woody Allen...
|
|
|
|
|
|
|
|
|