|
|
|
|
'İstikrar için reformlar sürdürülmeli'
Piyasa ekonomisine geçişin tamamlanması için önümüzdeki dönemde mali disiplinin kalitesinin artırılması yönünde atılan adımların tavizsiz bir şekilde devam etmesi şart.
Türkiye'de yaklaşık olarak 1950'li yılların başından itibaren uygulanmakta olan içe dönük ithal ikameci sanayileşme politikası, 1970'li yılların sonuna gelindiğinde, ortaya çıkan ödemeler dengesi ve dış borç sorunlarıyla birlikte, sürdürülemez bir noktaya gelmiştir. Türk ekonomisinin içinde bulunduğu bu kriz ortamını aşmaya yönelik olarak, 1980 yılında uygulamaya konulan kapsamlı bir ekonomik liberalizasyon programı ile iç talebe dayalı ithal ikameci sanayileşme modelinden, ihracata dönük sanayileşme modeline geçilmiştir. Dış ticaret rejiminde yapılan değişikliklerin yanında, devletin ekonomiye müdahalesinin asgariye indirilmesi ve rekabeti engelleyici müdahalelerin ortadan kaldırılması yönünde de önemli adımlar atılmıştır. Dış ticaretteki liberalleşmenin yanı sıra, sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi ve sermaye ve para piyasalarındaki fiyatlamanın piyasa koşullarında belirlenmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır.
DÖVİZ 89'DA SERBEST KALDI 1989 yılının Ağustos ayında 32 sayılı kararnamenin yayımlanmasıyla birlikte Türk lirası tam olarak konvertibilite kazanmış, sermaye hareketleri üzerindeki tüm kısıtlamalar kaldırılmıştır. Tüm bu gelişmeler sonucunda, Türkiye ekonomisinde önemli bir yapı değişikliği gerçekleşmiş; serbest piyasa ekonomisinin kurumsallaşmasında, ekonominin uluslararası piyasalarla bütünleşmesinde ve rekabet gücünün artmasında önemli mesafeler katedilmiştir. Yeni kurumsal çerçeve, yerli üreticilerin dünya pazarlarında rekabet etme zorunluluğunu getirmiş ve dolayısıyla üreticilerin daha etkin ve verimli üretim yapmalarını, tüketicilerin ise daha ucuz ve kaliteli ürün tercihlerinin ön plana çıkmasını gerektirmiştir. Finansal liberalizasyon ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nın faaliyete geçmesiyle mali piyasaların etkinlik alanı çeşitlenmiştir; ancak bu süreçte bankaların mali sistem içindeki ağırlığı devam etmiş ve mali derinlikte kalıcı bir artış gerçekleştirilememiştir. Bununla birlikte, finansal serbestleşmeye yönelik olarak yapılan reformların gerekli kurumsal altyapı oluşturulmadan uygulamaya konulması mali piyasalarda birtakım sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Öncelikle mali piyasalar alanında yapılan reformların kurumsallaşmış bir yapıya dönüşmesi sürecindeki zaaflar, bankaların, finansal liberalizasyon karşısında ihtiyatlı davranma ve yönetişim açısından hazırlıksız yakalanmalarına yol açmıştır. Liberalizasyon süreci ile beraber hızla bankalara yönelen kaynak akışıyla birlikte, bankaların risklerini uygun bir şekilde yönetebilme ve kredilerin kalitesi hakkında bilgi edinme kapasiteleri yetersiz kalmıştır. Ayrıca, yüksek ve kronik enflasyona bağlı olarak, borç sözleşmeleri ağırlıklı olarak yabancı para birimleriyle yapılmış, bu da banka bilançolarının döviz kuru ve faiz oranı değişikliklerine karşı hassasiyetini artırmıştır.
KRİZİN ARDINDAN Finansal gelişme ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi inceleyen ampirik çalışmalar, mali derinleşmenin ekonomik büyümeyi uzun dönemde olumlu yönde etkilediğini ortaya koymaktadır. Ancak, mali sektörde sistemik risklerin ve kırılganlıkların görece daha fazla olduğu ülkelerde, mali liberalleşmenin ekonomik büyüme üzerinde kısa dönemde olumsuz bir etkiye sahip olduğu gözlenmektedir. Bu durum, finansal istikrarın önemini açık bir şekilde göstermektedir. Nitekim, Türkiye'de de finansal liberalizasyonla birlikte finansal istikrarın sağlanamamış olmasının, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri örneğinde olduğu gibi, ekonomik büyüme önünde ciddi bir engel teşkil ettiği görülmüştür. 1980'li yılların başından itibaren liberalleşme yönünde uygulanmaya başlanan reformlar, Türkiye ekonomisinin dış dünyayla bütünleşmesine önemli katkılar sağlamıştır. Ancak, yine bu dönemde, fiyat istikrarını sağlamaya yönelik çabalar ikinci planda kalmıştır. Bunun bir sonucu olarak ekonomi uzun yıllar boyunca yüksek ve kronik enflasyon sorunuyla karşı karşıya kalmıştır.
ENFLASYON SARMALI Son yirmi beş yıllık dönem boyunca, enflasyonu düşürmeye yönelik çok sayıda istikrar programı uygulamaya konulmuş, belli dönemlerde enflasyonu düşürmekte başarı sağlanmış; ancak fiyat istikrarı olarak nitelendirilebilecek kalıcı bir iyileşme sağlamak mümkün olmamıştır. Böylece Türkiye'de enflasyonist süreç, kendi kendini besleyen bir sarmal içine girmiştir. Bu dönem boyunca fiyat istikrarı temel amaç olarak benimsenmediği gibi, fiyat istikrarının bir parçası olduğu ekonomik istikrarın ve sürdürülebilir büyümenin sağlanabilmesi için gerekli yapısal düzenlemeler de göz ardı edilmiştir. Yüksek düzeyde seyreden kamu açıklarının, özellikle 1990'lı yıllarda ağırlıklı olarak bankacılık sektöründen iç borçlanma yoluyla finanse edilmesi, piyasa faiz oranının kamunun borçlanma gereğine göre belirlenmesine yol açmıştır.
PARA POLİTİKASININ BAŞARISI Bu da, Merkez Bankasının uygulamaya koyduğu para programlarının etkili olarak uygulanmasına engel olmuştur. Bununla birlikte, yüksek düzeyde seyreden reel faizler, özel kesimin yatırım kararları üzerinde caydırıcı bir etki yaratmıştır. Bunun sonucunda da ülkemizin sosyal ve siyasi yapısı, uzun yıllar enflasyonun yol açtığı tahribata maruz kalmış, göreli fiyatlardaki hızlı değişim kaynak tahsisindeki etkinliği bozmuş ve bu nedenle özellikle 1990'lı yıllarda ekonomik büyüme dalgalı bir seyir izlerken ortalama büyüme oranları da düşük gerçekleşmiştir. Şubat 2001 krizinden sonraki süreçte Türk bankacılık sektöründeki sorunları gidermeye yönelik olarak yapılan ciddi reformlar, mali piyasalardaki kırılganlıkları büyük ölçüde ortadan kaldırmış; bankalar ve finansal kuruluşlar aracılık işlevlerini daha etkin ve sağlıklı bir şekilde yerine getirmeye başlamıştır. 2000 yılında bankacılık ve diğer aracılık hizmetlerindeki aksaklıkları gidermek için gerekli denetleme ve düzenlemeleri tek elden yürütmek üzere Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurumunun kurulması bu açıdan önemli bir gelişmedir. 2001 sonrasında yapılan düzenlemelerle Merkez Bankası yasası değiştirilmiş ve fiyat istikrarı para politikasının birincil görevi haline getirilmiştir. Otuz yılı aşkın kronik enflasyon sürecinin sona ermesinin arkasında temelde bu düzenleme yatmaktadır. Fiyat istikrarına giden yolun açılması, aynı zamanda ekonomik istikrarın temel ayaklarından birinin yerine oturmasını sağlamıştır.
İSTİKRAR SAĞLANDI Ayrıca, 2001 krizi sonrasında kararlılıkla uygulanan istikrar politikalarıyla mali disiplin büyük ölçüde sağlanmış, kamunun borçlanma gereği belirgin bir şekilde azalmıştır. Mali baskınlık olarak tanımladığımız, piyasa faiz oranının kamunun borçlanma gereğine göre belirlenmesi durumu, hissedilir derecede ortadan kalkmıştır. Bütün bu gelişmeler, son yıllarda ekonomik istikrar yolunda çok önemli adımlar atıldığına işaret etmektedir. Ancak, gelinen noktanın yeterli görülmemesi ve önümüzdeki dönemde mali disiplinin kalitesinin artırılması yönünde atılan adımların tavizsiz bir şekilde devam etmesi gerekmektedir. Piyasa ekonomisine geçiş sürecinin tamamlanması ve ekonomik istikrarın kalıcı olarak tesis edilmesi ancak bu şekilde mümkün olacaktır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|