Merkez Bankası'nın zor kazanılan bağımsızlığı
Önce bir tanım yapalım. Merkez bankaları emir almadıkça ve kendilerine müdahale yapılmadıkça bağımsızdırlar. Bu şartlar sağlanırsa, yasalarla verilen görevleri yerine getirebilirler. Bağımsızlık, fiili (de facto) ya da yasal (de jure) olabilir. Yasal altyapı tam olarak oluşturulmasa bile, fiilen bağımsız hareket etmiş merkez bankaları ve başkanları vardır. Bunun aksine, yasası olmasına karşın bağımlı hareket edenlere de rastlanmıştır. Doğrusu, ikisinin birlikte gerçekleştirilmesidir. Şunu da unutmayalım ki, para politikasının hedef ve işlevleri zaman içinde değişmiştir. Parasal göstergelerden, enflasyonu hedefleyen merkez bankası uygulamalarına geçilirken, araçlarda ve yaklaşımlarda farklılıklar ortaya çıkmıştır.
Önemli değişimler T.C. Merkez Bankası da, son yirmi yıllık dönemde, ortaya çıkan bu gelişmelere ve değişimlere kendisini uyarlamaya çaba göstermiştir. Fiyat istikrarına daha fazla önem veren dünya merkez bankaları örnek alınarak, gerekli şartlar oluşturulmaya çalışılmıştır. Özellikle, piyasaların etkin biçimde çalışabilmesine olanak sağlayan ve yönetim açısından daha özerk bir yapıya yönelik yasal düzenlemeler 90'lı yılların başında yapılmıştır. Göreve başladığım 1996 yılında, Merkez Bankası'nın bağımsızlığı için iki konu hariç yasal açıdan fazla sorunu yoktu. Bu sorunlar, kamu kurumlarına kredi açılması ve değişen koşullarda Banka'nın amacının tam olarak belirlenmesiydi. Ayrıca, para politikasının uygulanması için Para Politikası Kurulu gibi bazı organlara gereksinim duyuluyordu. Ancak, temel sorun ekonominin kendisiydi. Yüksek enflasyon ve giderek artan kamu finansman gereği, Merkez Bankası'na etkin bir para politikası uygulamasına olanak tanımıyordu. Parasal göstergelere dayalı ya da enflasyon hedefini benimseyen para politikalarını düzenleyip para politikasını yönlendirmek zordu. Fiyat istikrarının sürdürülebilir nitelik kazanması için önce enflasyonun tek haneli rakamlara düşürülmesi bir ön şarttı.
De facto bağımsızlık Bu durumda, Merkez Bankası hükümetleri de ikna etmeye çalışarak, enflasyonu düşürmeyi hedefleyen ve yapısal düzenlemelerle kamunun hakimiyetini azaltmayı amaçlayan, kendi içinde tutarlı, bir programı yürürlüğe koymak için çaba sarf etmeye başladı. O dönemde sıkça değişen hükümetlerin programı uygulamaya koyma konusunda çekingen davranmalarına karşın, Merkez Bankası'nın bağımsız bir biçimde yönetilmesine karşı çıkmadılar. Piyasalar da Merkez Bankasını destekledi.Böyle bir ortamda hesap veren, şeffaf ve sorumluluk üstlenen bir Merkez Bankası, fiilen bağımsız hareket etme fırsatını da yakaladı. Bu tür fiili bağımsızlığa ek olarak, yasal alt yapının eksik yönlerini tamamlamak amacıyla, yeni bir yasa tasarısı hazırlama girişimine 1997 yılında başlandı. Geniş katılımlı "ortak görüş arama konferansları" düzenlendi. Avrupa Merkez Bankası'ndan teknik yardım alındı. IMF ile taslak tartışıldı. Sonunda ortaya çıkan metin, 2000 yılında uygulamaya konulan programın temel yapısal önlemlerinden birisi olarak 2001 yılında yasalaştı.
De jure bağımsızlık Merkez Bankası yönetimi de kazanılan bu yasal (de jure) bağımsızlığa fiili bağımsızlığını (de facto) ekleyerek, enflasyonu düşürmeyi ve para politikasının işlemesi için gerekli ortamı hazırlamayı başardı. Bu alt yapıyı 20 yıl önce kurabilseydik, Türkiye ekonomik açıdan çok daha iyi bir durumda olacaktı. Bundan sonra, büyük maliyetlerle ve çabalarla elde edilen bu kazanımları yitirmeden, şeffaf, hesap verebilen, güvenilir, yapıcı ve yardımcı biçimde işbirliğine yatkın, ve fakat kendisine karışılmasına ve müdahale edilmesine olanak vermeyen bağımsız bir Merkez Bankası'nın, Türkiye'nin güvencesi olduğunu hatırımızdan çıkarmayalım. Bağımsızlığına sahip çıkalım.
|