|
|
|
|
|
Hayatım otobüs durağında tanıştığım kızla değişti
|
|
Beyaz Gelincik dizisinin karizmatik Ömer Ağası Erkan Petekkaya, o gün o otobüs durağında olmasaydı ve çok beğendiği o genç kızın peşinden gitmeseydi belki de hiç bu işlerin içinde olmayacaktı. Tesadüfen çıktığı tiyatro sahnesinden öylesine etkilenmiş ki bir daha başka bir iş yapmayı düşünmemiş....
atv'de yayınlanan "Beyaz Gelincik"in karizmatik işadamı Ömer Aslanbaş kimliğindeki Erkan Petekkaya ile birlikteyim. Bu ilk tanışmamız. O kendini saklamaya çalışıyor, bense onu çözmeye. Aslında üzerime alınmamam gerekiyor çünkü o hep böyleymiş. Yani hayatını ortaya koymak ona göre değil. İlk kez "Serseri" dizisinde izlemiştim, muhteşemdi. (Onun öncesinde de Aynalı Tahir varmış.) Sonra Köpek'te gördüm, yine oyunculuğun sınırlarını zorluyordu. Şimdi iki dirhem bir çekirdek, bir ağa rolünde... Ve bugünlerde herkes onu konuşuyor. Erkan, Diyarbakır'da doğmuş, sokaklarda büyümüş, eğitimini tamamlamış, sonra tiyatro yapmak için yine doğduğu topraklara dönmüş... Feodal bir aile yapısı içinde büyümüş. Hala da o değerlere sıkı sıkıya bağlı... Özel hayatını kimseler bilsin istemiyor. Onun için kimse ne eşini tanıyor ne de oğlunu... Tek bir derdi var: İşini iyi yapmak... Şöhreti ise hiç umursamıyor. Çok iddialı değil mi? Ama öyle...
- Televizyonda popüler bir iş yapınca insanın hayatında en hızlı ne değişiyor? Sokakta yürürken ya da bir yere girdiğinizde herkesin size bakması değişiyor, size kimse bakmazken bir anda herkesin yüzü size dönüyor.
- Bu şikayet edilmesi gereken bir şey mi? Bu işin cilvesi, şikayet etmiyorum ama bazen rahatsız oluyorum. Yani herkes beni tanıyor diye enteresan bir mutluluk yaşamıyorum. Ayrıca 8 yıldır bu piyasanın içindeyim. Yani benim için her şey sindire sindire oldu. Yani bu popülarite iki yıldır var olan bir şey değil. Ben beş yıl önce de böyleydim. Önceden de Kasımpaşa'ya gittiğimde yine sokakta yürüyemiyordum, arabama binemiyordum. Şöhret hayatıma çok yavaş yavaş geldiği için şok yaşamadım.
- Bir anda şöhret olsaydınız bugün nasıl bir ruh halinde olacağınızı kestirebiliyor musunuz? Bir şey olmazdı. Kişiliğim şımarmaya, "Vay ben ne oldum" demeye müsait bir kişilik değil.
- Diyarbakırlı olduğunuzu, ailenize çok bağlı olduğunuzu biliyorum. Sanırım gelenek ve göreneklerden kopmadan bugünlere gelmişsiniz. Tabii öyle yetiştik, öyle büyüdük. Ama çok özgür bir ailede büyüdüm. Babam ve annem çok özgür bıraktılar, baskıcı değillerdi. Ben 6 yaşındayken İstanbul'a gelmişiz.
- Ve ne sizin ne de ailenizin aklında hiç böyle bir şey yokken oyuncu olmaya karar vermişsiniz... Evet, her şey tesadüflerle gelişti. Dershaneden çıkmıştım, otobüs durağında çok güzel bir kız gördüm. Onun peşinden gidip otobüse bindim ve tanıştım. Amatör tiyatro yapıyormuş. Beni provalarına davet etti. Gidip gelmeye başladım. Bir gün oyunculardan biri rahatsızlanmış, ben de oradaydım. Benden onun repliklerini okumamı istediler. Yapamayacağımı söyledim. O zamana kadar yüksek sesle şiir bile okumamıştım. Ama ısrarlarla kendimi sahnede buldum. Ve çıkış o çıkış. Çok etkilendim sahneden. Sahneye adım attığımda tüylerim diken diken oldu ve çok sevdim o duyguyu.
O KIZ SEVGİLİM OLDU - Peki o kıza ne oldu? Birbirinizin izini kaybettiniz mi? Hayır kaybetmedim. Ben konservutuara girdim. O da benden iki yıl sonra benim okuduğum okulu kazandı. Ve yıllar sonra da birlikte bir dizi filmde oynadık. Bana aşık bir kızı oynuyordu.
- Tesadüflerle başladı ve şu anda Devlet Tiyatrosu sanatçısısınız... Evet, okulu bitirdikten sonra 93 yılında Diyarbakır Devlet Tiyatrosu'na tayin oldum. 8 yıl kaldım orada. Kadrom hala Diyarbakır'da. Gidip geliyorum.
- Siz de 'bankamatik sanatçısı' mısınız? Hayır değilim. Orada beş yılı doldurduğum için tayin olmam gerekiyordu ama 13 sene doldu hala tayin etmiyorlar. Dolayısıyla ben de hala gidip geliyorum Diyarbakır'a. O zamanda Diyarbakır'da göreve başlamayı kendim istemiştim. Çünkü orası benim memleketim.
- Diyarbakırlılar o toprakların çocuğu olduğunuzu bilirler mi? Biliyorlar tabii. Oranın en sıkı caddesinde bir fotoğrafçının vitrininde senelerdir kocaman bir fotoğrafım durur.
- Diyarbakır'ın gururu olduğunuzu mu söylüyorsunuz? Tam olarak öyle demeyelim ama severler beni...
- Neler kattı o şehir size? Çok şey. Okuldan mezun olduğum zamandı, çömezdim. Çok büyük sahne tecrübesi kazandırdı. Öteki anlamıyla da özümü gördüm. Çünkü orası benim memleketim. O kültürle büyüdüm. Çok önemli bir şeydir bu. Çok cafcaflı bir dönemde oradaydım ve her şeye şahit oldum. Kendimle ilgili çok düşünme fırsatım oldu. Çünkü karışık bir dönemdi ve yapacak fazla bir şey yoktu. Tiyatrodan eve, evden tiyatroya gidiyorduk. Çok okuma fırsatı buldum. Kişiliğimdeki arızaları keşfedip, onları yamamaya, iyileştirmeye çalıştım.
- Terör olaylarının tam da ortasında kaldığınız oldu mu hiç? Tabii kaldım. Bomba patladı, yattım çamurun içine. Yolda yürürken bile sürekli çatışma sesleri duyardık. Bu bizim için normal bir şeydi. Hatta bir gün geç kaldığım için tiyatrodan aradılar. "Evden dışarı çıkamıyorum. Çatışma bitsin geleceğim" dedim.
- Diyarbakır'da doğup İstanbul'da büyüyorsunuz. İki farklı şehir, iki farklı kültür... Hangisiyle şekillendiniz?
SOKAKTA BÜYÜDÜM Ben sokaklarda büyüyen bir çocuktum. Yaramazdım. Hala da sokağı çok severim. İlkokul 1'e giderken Bostancı'dan otobüse binip Topkapı'ya bitpazarına giderdim. Maceralı bir çocukluk yani...
- Aileniz oyunculuk seçiminiz nedeniyle önce endişelere kapılmış. Şimdi neler hissediyorlar? Aynalı Tahir'i oynayana kadar "Bu çocuk ne yapıyor?" diye bakıyorlardı. Sonra delikanlılığın kitabını yazınca onlara da hoş geldi.
- Demek ki o delikanlılığın kitabını yazan rolünüz kurtarıcınız olmuş... Başka bir kimliği canlandırsaydınız, kabul etmezler miydi? -Ben, o başka bir role girmezdim ki...
- Niye? Ailemi gerecek, kendimi gerecek, seyirciyi gerecek bir şey yapmam.
- Oyuncunun kuralları olur mu? Burası Paris değil, burası Türkiye Cumhuriyeti. Paris'te yaşasaydım kurallar koymazdım tabii. Ama burada içime sinmeyen bir şeyi yapmam. Genlerimde var, bazı şeyler eğer beni iterse yapamam.
- Neler onlar? Çok soruluyor, "Gay'i oynar mısınız?" diye... Oynamam. Binlerce rol var. Mesela bir soygun filminde oynamayı çok isterim.
- Psikopat rolleri seviyorsunuz... Hayır öyle denk geldi.(Gülüşmeler) Serseri dizisindeki tipi tamamiyle kendim çıkardım. Mesela orada Güneydoğu şivesini o kadar iyi konuşmamım sebebi Diyarbakır'da çok iyi araştırmış olmamdır. O karakter senaryoda kötü bir adamdı, ben ise onu başka türlü oynadım. Çok riskli, bıçak sırtı bir işti. Küçük bir yanlışım olsaydı biterdim, şu an burada oturuyor olmazdım. Ama "Aynalı Tahir" ve "Aşkına Eşkıya"dan sonra değişik bir şey yapmam gerekiyordu. Bu dizilerde herkes beni langada lungada yürüyen biri zannediyordu. Benimse insanlara iyi oyuncu olduğumu göstermem gerekiyordu. Ve başardım.
- Şimdi Beyaz Gelincik'te bir toprak ağasını oynuyorsunuz ama yüzü batıya dönük bir ağayı... Onca zor rolden sonra bu biraz daha sakin bir karakter. Niye tercih ettiniz? Hala nasıl daha değişik yapabilirim, nasıl daha iyi oynayabilirimin peşindeyim. Ben de dizideki Ömer Aslanbaş gibi bir tipim aslında. Hem Anadoluluyum hem modernim. Yüzlerce kitap okudum, müziğin en babasını dinlerim bilirim ama oynadığım rollerde o yönümü hiç gösteremedim. Şimdi öyle bir fırsatım oldu. Beyaz Gelincik'te daha fit bir adamı oynuyorum. Daha önceki dizilerde dağınık adamları oynadım. Dolayısıyla bu dizide oyunculuğumu daha minimalize etmem gerekti.
- Güçlü erkek karakterler birer senaryo kahramanı olsalar da, izleyici onu gerçeğe dönüştürmeye başlıyor bir süre sonra. Şu anda kadınların favorisi olduğunuzu söylesem.... Ben daha böyle bir şey hissetmedim. Hem bize olmaz böyle şeyler. O söyledikleriniz megastarlara olur. Tarkan'a falan olur. Biz normal yaşayan insanlarız. Sokaklarda artist gibi yürümüyorum ki ben.
- Sürekli "Ben işimi daha iyi nasıl yapabilirime bakarım" türünde cümleler kuruyorsunuz. Bu işin popülaritesi gerçekten ilgilendirmiyor mu sizi? İlgilendirmiyor. Biri benden imza istediği zaman çok utanıyorum, yüzüm kızarıyor. Ben işimi yapıyorum. Çaycı gibi, garson gibi, doktor gibi ben de bir meslek icra ediyorum. Mesela "Sizi bir kere öpebilir miyim?" lafını hiç anlayamıyorum. Bu işin okulundan gelmemiş olsaydım belki sizin dediklerinizi yaşıyor olabilirdim.
HİÇ DEĞİŞMEYECEĞİM - Tamer Karadağlı da konservatuarlı ama görüyorsunuz şöhretini ve onun uzantılarını... O onun gafil hatası. Herkes aynı hataya düşecek diye bir şey yok.
- "Hiç değişmeyeceğim ve ben hep bu olacağım" söylemi çok iddialı değil mi? Hayır iddialı bir laf değil. İnsanın ortalama ömrü 65 yıl. Yani sonunda toprağa gireceğiz. Her şey bitecek. Ben sadece iyi yaşamak ve işimi iyi yapmak istiyorum 50-60 yaşımda ardıma baktığımda gerçekten içime sinen birkaç iyi iş yapmış olmak istiyorum. Ben şimdi burada Al Pacino'yu görsem imza istemem. Üstelik müthiş hayranımdır. Onların hayatlarını anlatan belgeselleri izliyorum. Günlük hayatta herkes gibiler. Sadece işlerini yaparken artist oluyorlar. Ben de böyle bir adamım. Televizyona çıkıyorum, 60 milyon beni seyrediyor diye inanılmaz duygular yaşamıyorum. Ama insanların şaşırdığını görüyorum. "Bizimle oturup konuşuyorsunuz" diyorlar. Ne alakası var, tabii ki konuşurum. Herkes işini yapıyor. Biz sadece büyük bir çoğunluğun önünde yapıyoruz o kadar... Bundan bir gurur duymuyor muyum? Tabii ki duyuyorum, neden duymayayım. Doktor olsam, iyi bir ameliyat yapsam yine büyük mutluluk duyardım. Mesleğimi iyi yapmanın gururu ve mutluluğunu yaşıyorum.
|
|
|
|
|
|
|
|
|