|
|
|
|
|
Fahri Bey beni dövdü Behiye Aksoy saçımdaki kanları delil kalmasın diye yıkadı
|
|
Gönül Yazar tarih gibi bir kadın... Anlattıkça anlatıyor. Renkli anılara kimi zaman gözyaşları düşüyor. Ve Fahrettin Aslan'ın ardından "Keşke ölmeseydi de beni yine dövseydi" diyor Fahrettin Aslan, Gönül Yazar'ın parasının bereketine inanır ve her gece ilk hesabı ondan alır. Yazar, bir dilim kavun ile beyaz peynirin parasını ödedikten sonra "Haydi kızım şimdi sahneye" sözlerini duyar Fahrettin Aslan gözü karardığında ne yaptığını bilmez. Ama sakinleşince bir başka insan olur. Nitekim Gönül Yazar'ı dövdükten iki gün sonra önünde diz çöker ve "Sen de bana vur kızım" der
Gönül Yazar'ın sahne macerası çocuk denecek yaşta başlıyor. 14 yaşında evlenip İstanbul'a geliyor. Önce küçük gazinolarda çalışıyor, ardından Fahrettin Aslan ile tanışıyor. Ama adını neonların en üstüne yazdırabilmek için beklemesi gerekiyor. Çünkü ona Kral, yani Fahrettin Aslan karar verecek. Zamanı geldiğinde veriyor da... Ama hareketli hayatı, gönül ilişkileri nedeniyle inişleri, çıkışları var Gönül Yazar'ın. Yani eline çocukken geldiği babanın yaramaz kızı bir anlamda. Ondan dayak da yiyor ama hiç gocunmuyor. Bu röportajı yaparken Gönül Yazar "Babam gitti" diye iki gözü iki çeşme ağlıyordu. Bölük pörçük anılarla hem Fahrettin Aslan'ı, hem bir dönemin gazino hayatını ve kızının babası Erol Simavi'yi de anlattı..
- Fahrettin Aslan'ın ölümüyle bir devir kapandı. Siz de o devrin en önemli figürlerinden birisiniz. Bir devrin kapandığını, son noktanın konduğunu söyleyebilir misiniz? - Evet her şey tarih oldu. Kendi imzamı bu tarihe vurmuş bir kadın olarak kendimin de tarih olduğunu kabul ediyorum.
- Sizce Fahrettin Aslan neyin simgesiydi? - Bir sanat okulunun, insan yetiştirmenin simgesiydi. O sadece gazinocu değildi. Musikiyi çok iyi bilirdi. Kulağı çok sağlam bir adamdı. Detone olan insanı anlardı ve yanında bile tutmazdı.
- Siz Maksim'e çıkana kadar diğer gazinolarında çalışmışsınız. "Bana ne zaman sıra gelecek" diye sormaz mıydınız? - Bir gün şöyle dedim: "Abi ya, hep böyle teğmen mi olacağım? Bunun yüzbaşılığı, binbaşılığı yok mu?" Elini arkasına koyardı, "Var var, daha var kardeşim" derdi. Diğer gazinolarda başsolisttim, bir tek Fahri Bey'in gazinolarında olamıyordum. Bir gün telefon açtı bana. "Bin bir taksiye, Maksim'e gel. Taksimdeki suların oradan geçerek gel, gelirken de oradan Maksim'e bak" dedi. Gittim. Bir de ne göreyim, koskoca neonlarda en üstte benim adım yazıyor. "Bu ne abi? Ben senden binbaşılık istedim" dedim." "Gördün mü kardeşim? Sen general oldun, haberin yok!" dedi.
- Fahri Bey çok sert bir patronmuş. Korkar mıydınız? - Ben çok ayrıcalıklıydım. Onunla yurt dışına seyahate gitmiş kadınım. Dostlarıyla buluştuğunda hemen beni çağırırdı. Çok gülerdik.
- Çok temiz ve titizmiş Fahrettin Bey. Gazinosunda da bu tavrıyla rüzgar gibi esermiş. Doğru mu? - Ben her türlü temizliği, titizliği Fahrettin Aslan'la ölçerdim. Hatta hayatıma giren erkekleri hep onunla karşılaştırdım. Giyimi, kuşamı ya da masası Fahrettin Aslan'ınkine benziyor mu, diye bakardım. Nasıl genç kızlar koca modelinde babalarını ararlar, ben de evliliklerimde Fahrettin Aslan gibi bir erkek arıyordum. Onun gibi temiz olsun isterdim. Yanaklarını bir öperdim, mis kokardı. Rebul Eczanesi'nden rebul alırdı. Sonra ben ona yurt dışından parfüm getirmeye başladım.
BEREKETİME İNANIRDI - Siz assolist olarak gazinonun düzeni ile ilgilenir miydiniz, yoksa karıştırmaz mıydı? - Hiç karışmazdım. Ama o benim bereketime çok inanırdı. Her akşam, fasıl başladığında kasanın olduğu bölüme giderdim. "Bir hesap açın Gönül Hanım'a" derdi ve hemen kavunla peynir söylerdi. Ben de hemen paramı çıkartır, kavunla peynirin parasını öderdim. Yani o gecenin ilk hesabını benden alırdı. Sonra da "Haydi kızım git şimdi içeri hazırlan" derdi bana..
- İyi para kazanır mıydınız? Eli açık bir patron muydu? - Kazanan iyi kazandı. Ben değil. Bana hep "Benim senin üzerinde rüçhan hakkım var" derdi. Ben de "Abi bu rüçhan hakkı neyse hiç bitmeyecek mi?" derdim. "Sen bizim kızımızsın" derdi. Ben de Gönül Yazar oldumsa aklımı kullanarak oldum. Başka yerlerde daha fazla para veriyorlardı ama gitmedim.
- Fahri Bey assolistlerini dövermiş... Sizi de dövdü mü? - Ben birkaç saz sanatçısını dövdüğünü gördüm. Oğlu Selçuk'un da bir sanatçıyı-İzmir fuarında birlikte çıkıyorduk o kişi iledövdüğünü gördüm. O olayın yaşandığı gece önce çıkma sırası o sanatçıdaydı. Birden bir kapışma oldu. Orada bir kova suyu alıp başından aşağı döktü. Saçı başı bozuldu. O sırada sazları sahneye çıkmıştı. Bizim şarkıcı hala yerlerde tepiniyordu. Ben de apar topar onun yerine sahneye çıktım. Bir saat sonra sahneden inip içeri girdim bir de ne göreyim. Başına kova geçirilen şarkıcı; saçlar yapılmış, fönlenmiş, iki dirhem bir çekirdek hazır ve nazır. "Helal olsun be. Bu iş nasıl oldu?" dedim kendime..
- Kimdi bu kişi, Bülent Ersoy mu? - İsmini sormayın. O yıllarda kiminle çalıştığımı herkes bilir.
- Sizi de saçlarınızdan sürüklemiş. Neydi gerekçesi? Siz onun yaramaz kızı mıydınız? - Kulise başkalarının girmesi yasaktı. Bir gazeteci girmiş. O gazeteciyi görünce, kuliste bizlere elbiselerimizi giydiren yaşlı kadının üzerine yürüdü, "Bunu buraya sen mi soktun" diye. Ben de onu korumak için kendimi ortaya attım. Saçlarımdan tuttu, fırlattı beni..
ÖZEL İLİŞKİ İSTEMEZDİ - Yine de orada çalışmaya devam ettiniz mi? - İki gün işe gitmedim. Eve geldi sonra. Eğildi önümde, "Sen de bana vur ödeşelim" dedi.
- Niçin böylesi bir teslimiyet vardı herkeste? Sadece sizinle değil, başka isimlerle de benzer olaylar yaşanmış... - Ben küçüktüm ama.. 16 yaşımda onun eline geldim. Evladı gibiydim.
- Özel hayatınıza da karışır mıydı? - Tabii karışırdı. Bir komedyenle bir şey olmuştu aramızda. "Bu benim çatımın altında olmaz, böyle bir şey istemem" dedi. Mesela o komedyenle bir gece boğaz turuna çıkmışlar. Komedyen bana olan ilgisini anlatmış ve bana bir kürk aldığını ama onu nasıl vereceğini bilmediğini söylemiş. Geri döndüklerinde ben sahnedeydim. Fabri Bey, "Odasına gir, kürkü aynanın karşısındaki sandalyenin üzerine bırak. Görünce sevinir" demiş. Yani o gece hem ona nasıl davranacağını öğretiyor hem de beni bir kenara çekip "Çatımın altında böyle bir şey istemem" diyor. Bunu dedi ama kendisi de Behiye Hanım'la evlendi.
- Siz orada çalışırken Behiye Hanım solistinizmiş. Aranızda bir çekişme olur muydu? Hem assolist hem de patronun eşi... - Behiye Hanım, Fahri Bey'in saçlarımdan tutup beni dövdüğü gece gazinodaydı. Yani assolistimizdi. Olay Behiye Hanım sahneye çıkmadan önce olmuştu zaten. Behiye Hanım su getirterek saçlarımdaki kanları yıkadı. Ki ben karakola gidersem delil kalmasın diye. Tabii ki kocasını kolluyor o da... O gece 02.30'a kadar beni eve yollamadılar. Neden? Karakola gidersem diye tabii ki.
- Başka insanları da dövdüğünü gördünüz mü? - Gördüm. Biri klarnet üstadı, biri de yaylı tambur üstadıydı. Ben odada hazırlanırken oldu bu iki olay da. Biri Taşlık'ta, diğeri Taksim Belediye'nin bahçesinde. Kimilerinin dövüldüğünü, kimilerinin kovulduğunu gördüm. Ben de dövüldüm. Behiye Hanım saçımdaki kanları yıkadı. Fahri Bey iki gün sonra beni yeniden gazinoya döndürdüğünde arkamdaki bütün saz "Kadına neler neler yapıldı, şimdi yine geldi ekmek parası için sahneye çıktı, çalışıyor," diye ağlıyordu. Bunu da gördüm.
|
|
|
|
|
|
|
|
|