|
|
'Binmişsin Başbakan'ın uçağına. Yedin, içtin, indin mi?' derler
Birleşmiş Milletler toplantısı için Başbakan R. Tayyip Erdoğan ile New York'a gidiyoruz. Bir grup gazeteciyiz. Uçağın mönüsü harika. Üç çeşit yemek, tavuk, külbastı, palamut. Bir de ezogelin çorbası vardı ki onu tek geçerim yani
Başbakan'ın uçağıyla New York'a gideceğimi duyanlardan aldığım yorumlar birbirinden farklıydı. Kimi "Uçağın içini mutlaka fotoğrafla" diye tutturdu. Kimi "Artık sen de masa başında birebir bir poz verirsin" diye sözüm ona takıldı. Ama vurucu darbe tabii ki annemden geldi. "Şimdi tehlikeli olur o uçak." "Niye?" diye sordum ve sorduğum anda pişman oldum çünkü bu anlamsız muhabbet uzayacak. Uzadı da. Yok efendim Başbakan'ı taşıyan uçağa bir şey yapmak isteyen olurmuş, yok daha yeni suikastçi yakalanmış, ha bir de nazar faktörü varmış. Nazarı duyunca işin çığırından çıktığını anladım. "Anne" dedim. "Adam Türkiye'nin Başbakan'ı. Ona bir şey olmasın, bize de olmasın. Ne dersin?" Anlaştık. Gece 22.30'da kalkması gereken uçak ancak gece yarısı havalandı. Etrafıma bir bakıyorum Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Sedat Ergin, Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, Türkiye Gazetesi Genel Yayın Müdürü Fuat Bol, Radikal Gazetesi Genel Yayın Müdürü İsmet Berkan. Ayrıca iki Ankara Temsilcisi var. Hürriyet'ten Nur Batur, Bugün'den Murat Çelik. Bir de Yeni Şafak'tan Ali Bayramoğlu ve ben... Ben alışık değilim bunca genel yayın müdürü, Ankara temsilcisi, üstüne üstlük Başbakan uçağının stresine. Her fırsatta soruyorum "Başbakan ne zaman bizlerle konuşacak?" diye. "Daha değil" diyor basın danışmanı. "Şimdi uyuyor." Hayır acele ediyorum çünkü dayanamaz uyursak saç baş dağılacak, makyaj falan kalmayacak. Derin uykudan uyandırılıp şiş gözlerle karşısına geçip terörle mücadele hakkında konuşmak imkansız geliyor bana. İmkansız değilmiş, sonradan anlıyorum. Bu arada meraklılara bildirilir. Uçağın mönüsü harika. Üç çeşit yemek, tavuk külbastı ve palamut. Bir de ezogelin çorbası vardı, onu tek geçerim yani. Sabah kahvaltısında yine çeşit bol. Menemen, sebzeli krep ve omlet. İzlanda'da yakıt ikmali yapmak üzere durunca bu sefer "Tamam" dedim. "Başbakan uyandı herhalde" Hayır, uyanmadı. Danışmanlar bile şaşırdı, "Kapısı kapalı, bekliyoruz" dediler. Bekledik. Bir taraftan da zor bir hayat diye düşünmedim değil hani. Yani Başbakan'ı uyusun diye bile rahat bırakmıyoruz. Ya bırakın uyusun ne sorusu ne terörle mücadelesi ne suikastı... Uykuya ihtiyacı var adamın. Ben dahil kimse bu anlayışı göstermedi tabii. Ne anlayışı? Gazete haber bekler. "Binmişsin Başbakan uçağına; yedin, içtin, indin mi?" derler. Uzun lafın kısası röportajı yaptık. Hem de uykudan uyanıp gözler şiş bir halde. Ceketimi giymeyi nasıl akıl ettim kendime şaşıyorum. O uyku sersemliğiyle bravo yani. Küçücük bir oda. Bir yanımda Sedat Ergin, öteki yanımda Ekrem Dumanlı sıkışmış bir halde not almaya çalışırken acaba dışardan ne kadar da komik gözüküyorumdur diye düşündüm. Öyle sıkışmış bir haldeyim ki dünyanın en ciddi sorusunu bile yöneltsem garip kaçar. Bu durumdan mıdır bilinmez Başbakan'ın birkaç gülümsemesini yakaladım. En kocamanı, sağımdaki solumdakileri itip teybi düzeltme manevramda bütün düzeni bozduğum ana rastlıyor. Biri sırayı bozunca domino taşları misali yani. Olsun teybi düzelttim ya. Bir iki dakika sonra kapanma sesini duydum. Kaset mi bitti? Şaka. Hiç üzerime alınmayacaktım aslında. O anda iyi niyetli birinin "Balçiçek bu senin teyp" dediğini duydum. Karizma sıfır tabii. Herkesi iterek yine teybe ulaştım. Başbakan Tayyip Erdoğan herhalde güzel bir uyku çekmenin de etkisiyle son derece sempatik davrandı. Denizde kum bizde soru tükenmez, birbiri ardına soru yağmuruna tuttuk adamcağızı. Uçak inişe geçince mecburen kalkmak zorunda kaldık yanından. Fotoğraflar çekilirken, bir ara Dışişleri'nin New York programı konuşuluyordu, Erdoğan kendini tutamadı. "Programa baktınız mı? Serbest zaman diyorlar. Sadece 15 dakika. Ne yaparsınız ki o serbest zamanda?" Gülümsedim. Eh haklı tabii. Dünyanın en güzel şehirlerinden birine geliyorsun, Ali Bayramoğlu'nun deyimiyle ortada fast-food bir bürokrasi var. Bir görüşmeden diğerine geçiyorsun. Yani insan istemez mi karısını alıp bir yere yemeğe gitmek? İki gün sonra New York'un ünlü Meatpacking District'inde Ali Babacan ve karısını el ele dolaşırken gördüğümde bir "oh" çektim. Galerileri geziyorlardı. Başbakan'ı düşündüm birden. "İyi ki uyumuş uçakta" diye içimden geçirdim. Hiç olmazsa uyuyabilecek vakti buldu.
|