|
|
|
|
|
Türk kahvesi 500 yıl önce Avrupa'yı fethetmişti
|
|
Osmanlı ordularının yapamadığını kahve yaptı ve dünyayı fethetti. Yine de 1517'den beri İstanbul'dan başlayarak her tarafa yayılan kahveye Yunanlılar'ın sahip çıkması fena halde kanıma dokunuyor. Biz sessiz kaldıkça bütün dünya bizim usul kahvenin bir Yunan içeceği olduğunu zannediyor.
Kale kapılarını önce kahve kokusu açtı
Osmanlı ordularının yapamadığını kahve yaptı ve dünyayı fethetti. Ne hazin 1517'den beri içip dünyaya yaydığımız kahveye şimdi Yunanlılar sahip çıkıyor.
Bizi Avrupa Birliği'ne almakta nazlanan Avrupalılar yüzyıllar önce birçok ürünümüzü taklit etmiş, kimilerini de o dönemlerde Avrupa'yı etkisi altına alan Türk modasından esinlenerek kendileri geliştirmişlerdi. Fransızlar'ın kahvaltılarını lezzetlendiren hilal şeklindeki çörek, kruvasan, içi haşhaş tohumundan yapılmış malzemeyle doldurulan, yine hilal şeklindeki ay çöreği ya da Avusturyalılar'ın milli tatlısı elmalı ştrudel, hep Türk tatlılarından, hamurişlerinden esinlenilmiş spesiyaliteler. Bunların çok daha ötesinde, en kalıcı iz bırakan, Türk kahvesi oldu. Gerçi Osmanlı orduları Batı Avrupa'ya kadar ilerleyemeyip, Viyana önlerinden geri çekilmek zorunda kaldılar ama Türk kahvesi askerlerin ulaşamadığı en ücra yerlere kadar girdi, girdiği yerlerde her türlü meşrubatı geride bırakarak bir numaralı içecek haline geldi.
ŞEYTANIN İÇECEĞİ Aslında Türkler ile özdeşleşen bir ürün olan kahve hiçbir zaman Türk topraklarında yetişmiş değil. Biz de onu Araplar'dan almışız. Dolayısıyla kahve üzerine en eski efsaneler doğal olarak Arabistan'dan kaynaklanıyor. Bir efsaneye göre bugünkü Etiyopya toprakları içinde bulunan Kaffa köyünde Kaldi adındaki bir çoban, kuzularının, bir çalının kırmızı, frenküzümünü andıran meyvelerinden yiyince canlandıklarını, hoplayıp zıpladıklarını fark etmiş. Kendisi de bu meyvelerden yiyince enerji kazandığını, canlandığını hissetmiş. Efsaneye göre, çoban, bu buluşunu bir dervişle paylaşmış. Yaşamlarını gece gündüz dua ederek geçiren dervişler de bu meyveyi yiyerek uzun dua seanslarına uyumadan dayanabilmeyi başarmışlar. Bir başka efsane ise Türk kahvesinin Batı'daki adı olan "moka ya da mocha" sözcüğü ile ilgili. Ömer adındaki bir Arap, maiyetiyle birlikte cezalandırılıp, ölmeleri için çöle sürülmüş. Ömer ve arkadaşları çölde bilinmedik bir bitkinin meyvelerini kaynatıp tanelerini yemişler. Bu içtikleri sıvı onları kurtarmakla kalmamış, onların hayatta kalışı, olayın geçtiği yere en yakın kasaba olan Mocha'da bir mucize olarak algılanmış. Bitkiye de bu olayın anısına mocha yada moka denmiş. Her ne kadar kahvenin anavatanı Habeşistan, bugünkü adıyla Etiyopya olsa da Araplar kısa sürede bu meyveyi tekellerine almışlar. Ancak kahvenin ilk kullanım biçimleri bizim bugün bildiğimizden çok farklı. Örneğin Etiyopya'nın Galla kabilesi kahve tanelerini hayvansal yağların içine gömer, uzun çöl yolculuklarında başlıca gıdaları olarak tüketirlermiş. Kahveden bitki olarak ilk söz eden, 10. yüzyılın başlarında yaşamış olan Razi adlı Arap hekim. Kahvenin günümüzdeki gibi kavrularak öğütülüp pişirilmesi ise 13. yüzyılda gerçekleşmiş. Müslüman hacılar kahveyle Hac ziyaretleri sırasında tanışıp kendi ülkelerine taşımışlar. Bazı kaynaklar, 1453'te İstanbul'un fethiyle birlikte kahvenin ilk kez İstanbul'a getirildiğini yazıyor. Daha yaygın kanı ise Yavuz Sultan Selim'in 1517'de Mısır'ı fethetmesinden sonra İstanbullular'ın kahveyle tanıştıkları yolunda. Kahve, ulaştığı yerlerde önce tepki uyandıran bir içecek. Yöneticiler onu yasaklıyor, kahve içenler cezalandırılıyor. Ancak hiçbir yasak fazla uzun sürmüyor, kahvenin karşı konmaz yükselişi devam ediyor. Nitekim, Kanuni 1542'de kahve içmeyi yasaklarken, bundan on iki yıl sonra, 1554'te İstanbul'da ilk kahvehanenin açıldığını görüyoruz. Bir numaralı düşmanları Müslüman Osmanlıların içeceği kahve Avrupa'ya girince, buradaki dini liderler önce bunun içilmesine karşı çıkıyorlar. Kahve "dinsizlerin içeceği, şeytanın meşrubatı" olarak niteleniyor. Ancak Papa III. Vincent bu kötü şöhretli içeceği hiç değilse bir kez denemeye karar veriyor. Tattıktan sonra da çok beğeniyor, "kahve o kadar güzel bir şey ki onu bu dinsiz takımının kendilerine saklamaları çok yazık olur" diyor ve kahveyi takdis ederek Hıristiyanların içmeleri için icazet veriyor.
DEVE YEMİ SANMIŞLAR Uzun süre, kahvenin Avrupa'ya geçişinin Viyana üzerinden gerçekleştiği sanılıyordu. Bu konudaki casus Georg Kolschitzky ile ilgili ilginç öykü tarihsel gerçekleri unutturuyordu. Hikayeye göre Osmanlı ordusu içindeki Avusturya casusu Kolschitzky, Viyana kuşatmasının kaldırılmasından sonra kentte birilerinin içinde deve yemi olduğunu sandıkları bazı çuvalları yakmaya hazırlandıklarını fark etmişti. Yanlarına gidip baktığında, bunların kahve çuvalları olduğunu gördü, onların yakılmayıp kendisine verilmesini rica etti. O dönemde Viyana'da çok sıkı bir lonca sistemi mevcuttu. Kimse canının istediği işi yapma hakkına sahip değildi. Ancak Kolschitzky, savaşta gösterdiği yararlılıklarından dolayı bir fermanla kendine bir meslek seçip, işyeri açma hakkına kavuşturuldu. O da Viyana'nın merkezinde ilk Viyana kafesini açtı. Yakılmak üzereyken rica edip aldığı kahve çuvalları ise onun ilk sermayesi oldu. Ancak aslında Avrupa'da ilk kafe, Kolschitzky'nin kafesinden daha önceleri İtalya ve İngiltere'de açıdı. Öte yandan, kahvenin sabah kahvaltısında içilmesi uygulaması ise önce Amerika kıtasında benimsendi. 1668 yılında New York kentinde sabah kahvaltısında bira içme alışkanlığı ilk kez yerini kahveye bıraktı. Görüldüğü gibi, 1675'te Viyana'daki ilk kahvehanenin açılmasından daha önce Avrupa'nın birçok ülkesine kahve girmişti. Türk kıyafetlerinin Avrupalı hanımların giysilerine örnek oluşturduğu, mehter müziğinin taklit edildiği o günlerde 1669 yılında Osmanlı sefiri Süleyman Ağa'nın Paris sosyetesine kahve davetleri düzenlemesi de bu meşrubatın daha da büyük ilgi görmesine yol açtı. Süleyman Ağa'nın elçilik konağına kahve içmeye davet edilmek, kentin ileri gelenleri için büyük bir ayrıcalık sayılıyordu. 1517'den beri İstanbul'dan başlayarak her yana yayılmış olan kahveye Yunanlıların sahip çıkarak "kafe Grek" adıyla lanse etmeleri doğrusu fena halde kanıma dokunuyor. Ama kim sesini yükseltirse, onun sözünün dinlendiği günümüzde biz sessiz kaldıkça, bütün dünya bizim usul kahvenin bir Yunan içeceği olduğunu kabulleniyor. Kahvenin bu denli sevilmesinin ardında içerdiği kafein maddesi gizli. Ayrıca da çok özenle hazırlanması ve tüketilmesi gereken bir ürün kahve. Ne yazık ki kahvenin hikayesine dalınca, bunlara yerimiz kalmadı. İzninizle haftaya da bu konuya devam etmek istiyorum.
Ahmet Örs
|
|
|
|
|
|
|
|
|