Hangi Cumhurbaşkanı'nın sözleri, niye sansürlendi?
Cumhurbaşkanı anlatıyor: Çocukluğumuzda paşaların pantolonlarının yanlarında, paçadan bele kadar kırmızı şerit uzanırdı. Bende askerlik sevgisini ilk başlatan bunlar olmuştur. Hem bizim zamanımızda askerlik şerefli bir meslekti
Diyelim röportaj yapıyorsunuz. Diyelim sorduğunuz soruya hiç de hoşlanmadığınız bir yanıt aldınız. Ne yaparsınız? Peki, biraz daha detay verelim. Röportaj yaptığınız kişi bir Cumhurbaşkanı. Soruları bile önceden göndermişsiniz. Sadece karşısına oturup soruların cevabını dinleyeceksiniz. Arada konuşup, müdahale etmek de yok yani... Cumhurbaşkanı en sevimli sorularınıza bile son derece katı cevaplar vermiş. Örneğin siz, "Hafta sonlarında torunlarınız sizi ziyarete geldiklerinde, onlarla oyun oynar mısınız?" diye sormuşsunuz. O ise "Torunlarımla oynamaya yaşım da başım da ve şu an işgal etmekte olduğum makamım da müsait değildir. Bu makam torunlarla oyun oynanacak makam değildir" demiş. Ortam gergin, siz ne yapacağınızı bilmez durumdasınız. Bir sonraki soruyu görünce rahatlıyorsunuz. Soru basit, cevabı ise bildik, sürpriz yok yani! En sevimli halinizle diyorsunuz ki "Sizde askerlik sevgisi, ne zaman ve nasıl başladı?" İşiniz kolay çünkü karşınızdaki kişi asker kökenli. Cevap hemen geliyor: "Çocukluğumda Erzincan'daydık. Askerler borazan ve davullara ayak uydurarak yürürlerken ben de taburun arkasına takılır ve adımlarımı askerlerin adımları gibi borazan ve davulun sesine uydurarak atardım. Onların arkasından ben de asker gibi yürürdüm. Bir de bizim çocukluğumuzda paşaların pantolonlarının yanlarında, paçadan bele kadar kırmızı şerit uzanırdı. Onları da çok severdim. Ben de askerlik sevgisini ilk başlatan bunlar olmuştur." Buraya kadar tamam, şimdi gelelim röportajcının sevmediği bölüme; "Hem bizim zamanımızda askerlik çok şerefli bir meslekti."
*** Bir Cumhurbaşkanı size böyle bir açıklama yapıyorsa, gazeteci refleksi olarak kuşkusuz ilk cümleniz "Şu anda askerlik şerefli bir meslek değil mi sizce?" olurdu. Cevap verir, vermez, lafını geri alır, cümleyi değiştirir, sizinle pazarlık eder, burası "kayıt dışı" der, "yazmayalım" diye rica eder, her şey ama her şey olur. Ama siz mutlaka sorunuzu sorarsanız. Yarın öbür gün "ben gazeteciyim" diyebilmek için yaparsınız bunu. Karşınızdaki inatla sözlerini geri almaz, hatta eklemeler yaparsa, size ne yapmak düşer? Pardon ne düşer? Tarih 26 Ocak 1970 Röportajı yapan Mete Akyol da gazetecilik refleksi gereği, biraz da dönemin koşullarını göz önüne alarak karşısındaki Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın bu çıkışına şöyle bir soruyla karşılık vermiş. "Askerlik şimdi de çok şerefli bir meslek değil mi, sayın Cumhurbaşkanı'm?" Geri kalanını Mete Akyol'un Bütün Dünya Dergisi'ndeki anılarından okuyalım. "Sayın Cumhurbaşkanı'm o an 'elbette, tabii ya, orası muhakkak' gibi bir yanıt verse, sorun kalmayacak, ben de sıradaki soruma geçeceğim. Ben bu üç yanıttan birini beklerken sayın Cumhurbaşkanı'ndan, üstelik bir de havada yarım daire çizercesine bir el işareti destekli, şu yanıt gelmez mi? 'Şimdi de öyle görünüyor ama.... Şimdikileri geç.' Röportaj bittikten sonra TRT televizyon dairesi başkanı merhum Mahmut Tali Öngören beni bir kenara çekti ve 'Bir Cumhurbaşkanı'nın sözleri sansürlenemez ama onun askerlerle ilgili bu sözlerini nasıl yayınlayabiliriz?' Birlikte bir formül bulduk."
*** Akyol ve Öngören buldukları formül gereği hemen röportajın montajını yaparlar. Yayınlanmadan önce köşke götürürler. Çankaya Köşkü'nün büyük salonu o akşam için bir sinemaya dönüşür. Seyirciler arasından köşkte görevli havacılar, karacılar, denizci yaverler ve Milli İstihbarat Teşkilatı'nın köşk temsilcisi de vardır. Formüle göre malum bölüme sıra geldiğinde, ses teknisyeni sesi yükselterek cümlenin daha da belirgin bir hal almasını sağlayacak, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da hatasını anlayıp sözlerinin çıkarılmasını isteyecek. Filmin gösterimi bitmiş. Sunay, beklenenin aksine tebrik ve teşekkür ederim diye salondan çıkmaya hazırlanırken, Mete Akyol peşinden yetişmiş. - Yapmamızı istediğiniz bir değişiklik var mı efendim? - Ellerinize sağlık, çok güzel olmuş. Bir milimetrosuna dokunmanızı istemiyorum. Bir milimetro ilave yapmanız da yasak, bir milimetro çıkarmanız da yasak. Anlaştık mı? Tamam mı?" 31 Ocak 1970 akşamı saat 19.30'da Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın röportajı yerine, Nesrin Sipahi'den şarkılar yayınlanmış. Ne mi olmuş? Mahmut Tali Öngören'in anlattıklarına göre, o gece yayın saatinden önce iki albay gelip, filmin Genelkurmay tarafından istendiğini söylemiş. Mete Akyol'a göre ise biraz da askerci bir güçle filmi almış götürmüşler. Akyol diyor ki "Çok kişi TRT yapımı Yorgun Savaşçı filminin yakıldığını duymuştur ama... Yorgun Savaşçı'dan yıllar önce bir başka TRT yapımının yok ediliş öyküsü budur işte."
*** Olayın tarihi sır kısmı zaten yeterince ilginç. Ama yine de aklımda başka bir soru var. Röportaj yapan gazetecinin verilen yanıtı beğenmeme hakkı var mıdır? Yoksa döneme ve şartlara göre yapılan söyleşi soruları değişir mi? Gazetecinin ulusal sorumluluğu ne demektir? Nerede başlar nerede biter? Ya da Mete Akyol dediği gibi midir? "Böylesi bir yanıtla karşılaşan röportajcının o an "acil olarak" hemen yapması gereken mesleksel ve ulusal bir görevi vardır. Yanıtın böylesini önce tül perde yumuşaklığındaki, daha sonra ise şayak kalınlığındaki kumaşlara sarıp, yumuşatmak ve yok etmektir." İyi pazarlar.
|