Bu sevdadan sana ne?
Sesimi bıraktım sana... Adımı bıraktım... Kimliğimi... Aşkımı bıraktım, sevdamı ve sevgimi... "Aldın mı" diye sormayacağım. "Sesimi duydun mu?" demeyeceğim. "Adına bıraktığım şiiri okudun mu?" sorusunun ardına da düşmeyeceğim. O ses, anılar mahzeninde çürüsün... O şiirini bütün kelimeleri çürüsün... Çürüsün geçmişimin ve geleceğim kimliği de... Adım, dudaklarımdan çıktığı haliyle dursun yüreğim ile yüreğinin arasında... Ben, beni anlatmak istedim yalnızca... Bundan sana ne? Seni sevdiğimden sana ne?
*** Yüreğim ki, hüzünler sığınağı... Gözlerim, gözlerinin tutsağı... Ellerim, nice oldu karşılıksız bir sevginin ateşiyle kavrulmuş ellerin hasretinde... Ben senin hasretinde... Sana aşık olduğumdan... Gözlerinin gölgesinin gözlerimden uzak olduğundan... Yüreğimin her daim yüreğimi dağladığından sana ne? Sevdamı ve sevgimi, kapaksız bir şişeye kilitleyip adı ve mevcudiyeti meçhul bir okyanusa bırakır misali, ulaştırmak istemiştim sana... Öyle olsun istemiştim.
*** O şişe, zamanın ufkunda yol alsın. Ve hiçbir adresi olmasın. Adressiz bir mekana, isimsiz bir zamana ulaşsın... Senin o adressiz mekan ile isimsiz zamanda olmandan korkuyorum. Sesinin sesim ile karşı karşıya gelmesinden... Yüzünün yüzümle, kalbimin kalbim ile yan yana durmasından korkuyorum.
*** Şimdi bir başıma oturmaktayım gecenin eşiğinde. Karanlıkta çoban yıldızı misali ışıldıyor yüzün. O yüzün aydınlığıyla yıkıyorum bedenimi. Ve unutmak istiyorum bütün geçmişimi ve geleceğimi, şimdimi unuttuğum gibi... Unutmak istiyorum kendimi ve kimliğimi... Yolum şimdi, kendimin de olmayan bir meçhul üzre... Ben, beni de sana bıraktım, sevgimi ve sevdamı, karasevdamı da sana ... Gidiyorum işte...
|