Kars - Mardin hattı
Masamın üzerinde ince bezden yapılmış iki beyaz kasket duruyor. İkisinin üzerinde de amblemler var. Birincisindeki yuvarlak amblemin üst kısmında "T. C. Kars Belediyesi" ibaresini okuyorsunuz. Hemen devamında ise "Kars Kent Kurultayı ve Kafkas Kültürleri Festivali" yazısı yer alıyor. Diğerinin amblemi ise dikdörtgen. Dikdörtgenin hemen yanında ufak bir başak amblemi görülüyor... Dikdörtgenin üst satırında ise bir tarif "23 - 26 Eylül 2004" altında ise "Birinci Kızıltepe Kültür ve Sanat Festivali" yazmakta... En altta da bir slogan okunuyor: "Başak tadında sanat".
Kars'ı oldum bittim merak ederdim. Kafkas halklarının dostluğunu pekiştirerek bölge insanının refahını artırmaya yönelik festival nedeniyle gittim nihayet. "Aklımda kalanları özetlersem, ne söylerim" diye düşündüm. Arpaçay'ın yanı başında asırlardır duran Urartu Medeniyeti'nden kalma Ani Harabeleri... Ruslar'ın kenti yönettikleri 40 yıl içinde kurdukları ama şimdi artık tortusu kalan yapılar... Kentin en eski yapısı olan etkileyici Kars Kalesi... Kars'ı bir "megaköy"den çıkarıp evrensel bir kavşak haline getirmek için didinip duran gayretli belediye başkanı Naif Alibeyoğlu... Onun koşuşturmalarını tüm varlıklarıyla destekleyen kardeşleri... Bu gayretlere ayak uydurmakta zorlandığı izlenimini veren bir vali...
Kars'ın Türkiye'nin en yoksul kentlerinden biri haline gelmesi, Cumhuriyet döneminden anımsanacak bir şey olmaması beni düşündürdü. Üstelik eski birikimleri de korumakta çok yetersiz kalınmıştı... Bırakın tarihsel dokuyu korumayı, Ani Harabeleri'ni bile rahatça ziyaret imkanı ilk kez doğmuştu. Çok yakın zamana kadar buraları askeri bölgeydi ve ziyarete kapalıydı. Birinci festivalde ise Ermeni Heyeti apar topar sınırdışı edilmişti. Neyse ki bu kez, Azeriler'in, Gürcüler'in, Ermeniler'in, Türkler'in katılımıyla kutlandığı bir aşamaya gelindi. Gene de, Kars olağanüstü imkanlarıyla ve insanlık birikimiyle bugün bulunması gereken noktadan çok uzakta seyrediyordu...
Mardin'de de aynı duygulara kapıldım... Gelip geçerken uzaktan gördüğüm ama elimi uzatıp okşayamadığım bir kartal yuvası gibi duran Mardin'i de Kızıltepe Festivali nedeniyle dipli köşeli gezdim. Süryani kuyumcuların bulunduğu tarihi cadde dışında, orası da sanki birincil ihtiyaçları henüz karşılanmamış insanların yaşadığı bir kent gibiydi... Bu canım kent eski birikimini taşıyamaz bir eziklik içinde duruyor... Neyse ki, kentin meydanında koca bir duvara gene kocaman yazılmış, Mardinsiz yol arkadaşlığının hiçbir işe yaramayacağını söyleyen Refik Durbaş'ın bir mısraını gördüm de garipliğim biraz azaldı...
Mardin'in kent nüfusunun iki misline sahip ilçesi Kızıltepe'de ise her zaman nabzını tutmaya çalıştığım Güneydoğu'nun farklı bir resmiyle karşılaştım... AB dinamiği bölgeyi rahatlatmış, kimlik sorununda ve kültürel haklar konusunda eski ile kıyaslanmayacak bir ilerleme sağlanmış... Bunlar çok evvelden yapılsa ne terör yaşanırdı ne de onca insan ve toplumsal enerji yitip giderdi. Ne var ki, sorunların çözüm yoluna girmesi, "eskiye" endeksli siyaseti de zorluyor... AB sürecine destek vererek demokratik ilerlemeyi pekiştirmek yerine, geçmişin kalıplarında siyasal ikbal arayanlar da var... Halbuki bunu "statüko" da kullanmak istemekte... Kızıltepe festivalin sloganından da anlaşılacağı gibi bir buğday merkezi... Tarımdan sanayi-sonrası topluma doğru ilerleyen dünya yansımasını Kızıltepe'de buldukça, buralar da kimlik sorunundan beyinsel yaratıcılığa doğru hamle yapacak...
Türkiye'yi zaman zaman turlamanın, İzmir'den Kars'a, Mardin'den Edirne'ye adımlamanın insanı çağlar arasında gezdiren bir lezzeti var... Ne var ki, bu çağlar zincirinin son halkası henüz en parlak halkayı oluşturmuyor... Ani Harabeleri'ndeki estetik ile Kızıltepe ilçesinin yoksul mahalleleri keskin bir tezat oluşturmakta... Birisi güya dün, diğeri de güya bugün...
|