Hayal ve ötesi...
On yıl kadar oluyor, birkaç günlüğüne Midilli Adası'na bir gezinin içinde bulmuştum kendimi. İki halkın kardeşliği bugünkü kadar revaçta olmasa da çok sıcak bir ilgiyle karşılaşmıştık. Adanın başkenti sayılabilecek Mitilini, neredeyse Ayvalık ile kardeşti. Çünkü büyük savaş sonrası göç alıp vermişler, hatta bakkallarda dahi koca bidonlardan açık olarak satılan bol anasonlu rakı, "Ayvalık göçmenlerinin marifetidir" deyü şöhret bulmuştu. Kıyılar boyunca uzanan kahvehanelerin en makbul yiyecek ve içeceği "uzo meze" ile Türk kahvesi idi...
Uzo, yani rakı; meze ise küçük bir kayık tabakta boy gösteren bildiğimiz mezeler: Bir parça patlıcan ve biber kızartması, haşlanmış çeyrek patates ve yumurta, yarım dilim domates filan... Ama Mitilini'de asıl dikkatimi çeken bunlar değil de siyah giysileri içinde kimi kadınların kıyıdaki kayalıklara oturup hüzünlü bakışlarla önlerinde uzanan denizin sonsuz boşluğunu, belki de Türkiye kıyılarını gözlemeleriydi...
EGE HİKAYELERİ Sanki bütün bir gün ve gece değil de Ege denizinin ak köpüğünden bir heykel misali o kadınlar, bu adanın ilk yerleşime açıldığı tarihten beri o kayalıklar üzerinde denizi gözlemekteydiler. Ama yalnız denizi mi? Öyle sanmıştım. İlias Venezis'in Belge Yayınları arasında çıkan "Ege Hikayeleri"ni okuyunca bu sorunun da yanıtını bulur gibi oldum. Venezis, Ayvalık doğumlu bir Yunanlı yazar. Kurtuluş Savaşı'nda bir buçuk yıl kadar "esaret"i yaşadıktan sonra, 19 yaşındayken Yunanistan'a göç ediyor. Bu "esaret"in hikyesini de "31328 Numara" adıyla yayımlanan kitabında anlatıyor. "31328" de esir düştüğünde kendisine verilen numara... Venezis, Ege denizini anlatıyor, biraz da bizim Sait Faik'imizin duyarlılığıyla... Midilli Adası'nı anlatıyor, oradaki balıkçıları...
İşte benim on yıl kadar önce Mitilini'de gördüğüm o kadınlar da, Venezis'in hikayelerinde yazdığı kadınlardan başkası olabilir miydi? Hayır ve asla... Onların hüzünlü bakışlarla gözledikleri o deniz de aslında hülyaları ve hayallerinin sığınağı değil miydi? Şair, sen de çocukluğunda nice günler ve geceler, böyle bir denizi düşlemedin mi? O çocukluk yıllarında, hatta ilkgençliğinin anaokulunda, kapısı İzmir körfezine açılan balkonda oturup nice günler ve geceler geleceğinin hülya ve hayallerini inşa etmeye çalışmadın mı? Hayat, o denizin ufkunda, adını bilmediği bir limana demir atmaya koşan bir yelkenli değil miydi? Sen de bu yelkenlinin dümeninde... Çünkü, hayal özlemekti de...
Denize nazır o balkondan, İzmir Körfezi'nin Çamaltı tarafları görünürdü ve güneş, tuzlası ile meşhur Çamaltı'nın silueti içinde kaybolurdu batarken... Oysa şairin düşlediği, denizle gökyüzünün dudak dudağa, yanak yanağa geldiği o belirsiz çizginin içinde kaybolmaktı... O "hayal"in içinde kaybolarak da "hayat"ın ötesine geçmek... Lokman Hekim misali "ölüm"ün sırrına ermek... Şair, hayatın anlamı başka ne olabilirdi ki böyle bir hayal ve ötesinden başka?
|