Demokratikleşme derken sadede gelinir
Demokratikleşme, hukuk devleti vesaire derken, sadede varırsınız. "İnsani, vicdani, hukuki, demokratik" denilen her şeyin arasından para, piyasa, pazar yine o sevimli yüzünü gösterir. Bir maymuncuk gibi kilitli kapılara sürülür, bir çekiç gibi sert duvarlara vurulur, bir havuç gibi nazlı, ürkek tavşanlara uzatılır, mükellef bir sofra gibi iştahlı boğazlara sunulur. İşvesini yapar, göz kırpar. Kokusuyla baştan çıkarmaya soyunur. Devlet ile vatandaş salt "hovarda tüketici"ye indirgenir. Ordu milyarlarca dolarlık bir ihale havuzu haline gelir. Neyin gerçek ihtiyaç olup olmadığı bir yana bırakılıp büyük, daha büyük alımların sinyalleri verilir.
*** Onca yasa, şunca değişim çabası, bunca toplumsal, siyasi, demokratik olgunlaşma girişiminden sonra... Başbakan'ın Fransa gezisinde olduğu gibi paranın sesi konuşturulur. Masaya nükleer santrallar, Airbus uçaklar, silah alımları konulur. Cüzdanların ucu gösterilir, keseler şıkırdatılır, "piyasa"nın dansına davet edilir muhataplar. Çünkü, "demokratik Fransa'nın demokratik merkez sağ hükümeti" de... Çünkü, "demokratik Türkiye'nin demokratik muhafazakar demokrat hükümeti" de... Binbir demokratik, insani, siyasi taklanın ötesinde, nihayetinde "piyasa"nın, nihayetinde "iş iştir dünyası"nın gereklerine vakıf, en sıcak diyaloglarını iş adamlarıyla kurmaya yatkın "gerçekçi" insanlardan oluşur. Fransa'yı "demokratik" bir ülke kılan, tarihin mezarlıklarına karışmış yüz binlerce isimli, isimsiz insanın ulusal ve evrensel mücadeleleri de... Türkiye'nin kalbini, aklını, ruhunu demokratikleşme güzergahında tutabilmek için ezaların, cezaların, cefaların, acıların içinde hayatını vermiş, yahut ömrünü sermiş insanların hayalleri de... Yeterince ikna edici olmaz. Gelişmiş, demokratik, nispeten varlıklı ülke de... Gelişmeye, demokratikleşmeye, insanileşmeye, hukukileşmeye çabalayan nispeten yoksul ülke de, bütün insani, vicdani, ahlaki birikimleriyle sonunda "piyasa"nın cilvelerine sürüklenir.
*** İnsan hakları, Helsinki şartları, Kopenhag vesaire kriterleri, birer insani, demokratik, evrensel "Avrupa değeri" olarak salınıp dururken... İş adamları, iş iştir dünyası ve iş bilenin kılıç kuşananın siyasetçileri, son sözü söyleyecek "değer"in, piyasa, pazar, alışveriş, ihale, para olduğunu bilirler. Onun dili sürülür cepheye. Nükleer santrallardan şu kadar... Airbus uçaklardan bu kadar... Askeri ihalelerden o kadar. Fransa'nın insanileşme tarihi karşısında da... Türkiye'nin tarihi insanileşme çabaları karşısında da, bu "nihai ve realist" dil, etkin olabileceği kadar, utanmazcadır. Muhtemelen çoğu kimsenin kavrayışında böyle değildir. O yüzden, sizin başka değerleri, tarihi, insanı ve demokratikleşme süreçlerini daha fazla önemseyen, "piyasa"nın bu küstah muhabbetinden sıkılan, tiksinen haliniz, Fransa'da da, Türkiye'de de, "gerçeklere Fransız kalmak" sayılır. Dert değil! O zaman şunları sorup bitireyim: Türkiye'nin nükleer santrallar kurması bu halkın kararı mıdır? 36 yeni Airbus uçak, gerçekçi bir ihtiyaç mıdır? Çıtlatılan askeri alımların tümü hepimizin yararına mıdır?
|