Bir şamaroğlanı olarak muhabir
Başbakan'ın azarlamasıyla, "haddinizi bilin" diye paylamasıyla da gündeme geldi. "Haberin uç beyi" muhabirler epeydir şamaroğlanına dönmüş durumda. Mesele sadece mesleğini iyi yapabilmek, yapamamak değil. Layıkıyla yapmaya çalışanlar da "hadlerini bilmeyenler" addediliyor. Başbakan'ın yaptığı gibi, gazetesi soruluyor, soruyu ve cevabı patronun duyması, ona haddini bildirmesi isteniyor ve her fırsatta "genel yayın yönetmeni ve patronla ilişkiler" ima ediliyor. Gazeteciliği sallabaşlık zannedenlerin yarattığı rehavetle, biraz olsun gazeteci gibi soru soranlar rahatsızlık veriyor. Başbakan'ın kendine has siniri değil sadece. "Ecevit'in nezaketi" ve Demirel'in yılların tecrübesinden gelen paylamayla karışık şefkati dışında, Yılmaz, Bahçeli, Çiller, Ağar, hatta Baykal ve bittabi rahmetli Özal hep azarlamaya yatkın oldular. Muhabirleri adeta karşı ordunun emir erleri gibi gören bazı komutanları saymıyorum artık. İlan, reklam veren olarak, medya patronlarının dostu, ahbabı, paradaşı konumunda, bazen aşırı nezaketle, bazen yontulmamış kabalıkla tehdit eden işadamlarının da hangi birini sayayım! Üstünde duruyorum, çünkü muhabirler sizin sinir uçlarınız. Duyma, görme, dokunma, hissetme, koku ve tat alma duyularınız. Bu sinir sisteminiz birkaç koldan iğdiş edildiği için, sağır, kör, hissiz kalmasanız bile, en azından yetersiz algılamadan mustarip olursunuz. Birkaç kolun bir tanesi, elbette muhabirin kendisi. Haber kaynaklarıyla yahut aktörleriyle samimiyet, özdeşleşme, abartılı saygı, korku gibi cıvık ve cılk ilişkiler kuranlar bir yanda... Bir yanda da ilk yangında en son kurtarılacak, ilk kazada ölüme terk edilecek, ilk sendelemede hemen atılacak safra olarak sıkışmışlığı. Medya hiyerarşisinde "en altta" görüldüğü ve genellikle orada kaldığı için, kendilerini halkın, çalışanların, çalıştırılanların, yönetilenlerin çok üstünde gören muktedirler, iktidarlar, güçlüler de onları aşağılamakta beis görmüyor. İstediği zaman medya patronuna ulaşan, genel yayın yönetmeni ile ya ense tokat yahut sadece ense, sadece tokat ilişkisine girebilenler için, muhabir çerez. Fındık, fıstık. Gündelik ihtiyaç baş gösterdiğinde, bir katip... Sorularıyla rahatsız ettiğinde ise çürük diş!
*** Bu manzarayı elbette, medya dışındakiler yaratmadı. Öncelikle medya, kendi sinir uçlarını felç etti. İşten çıkarmalar, sansürler, oto-sansürler, piramidin altına düşük ücretler, her yanlışın muhabire yıkılması, gazete yöneticilerinin hatalarının dahi muhabire ödettirilmesi, insanların makineler kadar sevilmemesi, örgütsüzleştirmenin yarattığı şımarıklık... Ve, patronlar neyse de, medya yöneticilerinin, kimi köşe yazarının gazeteciliğin hassasından kopuşu. Rica, minnet, iş takibi için siyasetçilerin, pardon o sırada iktidar olanların peşinde, kapısında, telefon hattında turlamak zaten facia da... Bir de, köşe yazan yöneticilerle kimi yazarlar, "özel haber muhabiri" olarak kendilerini kabul ettirdi ve muhataplar tarafından öyle kabul edildi. Muhabirin kılı kırk yararak araştırması, birçok kaynağa başvurması yerine, "yazar"ın, bazen kendisini kullanan tek kaynakla, haber unsurlarına boş vererek attırdığı "köşe-haber" her tarafa daha cazip, daha kestirme geldi. Lakin, muhabir yine de bu işin asli aktörü. Perşembe akşamı "hızlandırılmış katliam"ın ardından, koşturan muhabirlerle koşuşturan yazı işleri çalışanları dışında, köşe yazıları bir gün sonrasına kadar "yavaşlatılmış"tı. Gazetenin aslen "haber", asıl duyularınızın muhabirler olduğunun ispatıdır. Başbakan da onlara saygı duysun!
|