AB'nin sınavı: Irak ve Filistin
Londra Irak temelindeki tartışmalar pek çok şeyi etkilediği gibi, AB içindeki gelişmeleri de derinden yönlendireceğe benziyor. Irak konusunda bir tutum birliği oluşturamamak aslında AB'nin ne derece ciddi kırılganlıklar barındırdığının ifadesi olmuştu. "AB'nin bir Irak politikası var mıdır?" sorusu bu nedenle hâlâ yanıt bulamamaktadır. ABD'nin müdahalesi öncesinde Irak konusunda Almanya-Fransa hattının geliştirdiği tavır, topyekun bir AB politikası olmaktan çok, bu iki ülkenin ABD karşısında ürettiği güç stratejisinin AB etiketi altında ve Irak özelinde yürürlüğe koyulması olarak algılanmıştır. Nitekim AB'nin küçük ülkelerinin Almanya-Fransa eksenine mesafeli tutum takınmaları, ardından İngiltere, Fransa ve İtalya'nın ABD safında yer alması, AB'nin bir "politik blok" olarak tanımlanmasını imkansız hale getirmiştir. ABD'nin yöntemlerine ve politikalarına karşı çıkarken, AB'nin bir "politik blok" olarak değil, kendi içindeki güç çekişmeleri ile görünürleşmesi, temsil ettiği değerleri somut politikalara dönüştürme konusunda ciddi zaaflar taşıdığını ortaya koymuştur.
*** ABD'nin "şiddet yoluyla Irak'a demokrasi getirme yöntemi" karşısında AB'nin geliştirdiği yöntem ise buna karşı çıkmakla sınırlı olmuştu; "demokrasi adına şiddeti seyretme yöntemi". Bu da AB'nin temsil ettiği değerlerin nasıl bir politik tutuma karşılık gelmesi gerektiği konusundaki kafa karışıklıklarını artırmıştır. Şiddet yoluyla demokrasi getirme yöntemine karşı çıkan AB'nin demokrasi adına Irak diktatörünü seyretmeye devam etmesi hiçbir politikanın temelini oluşturamamıştır. Bu da demokrasi ve siyasi değerler konusunda ciddi kırılmaların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Demokrasi ve evrensel siyasi değerler, hiçbir coğrafyaya ait değildir ve kültürel determinizme indirgenemezler. Demokrasiyi ve siyasi değerleri herhangi bir coğrafyaya ya da kültürel şe- maya indirgemek, insanlığın kazanımlarını ciddi biçimde zedelemek olur. Bu nedenle AB'nin kendi sınırları içinde demokrasi ve siyasi değerler etrafında bütünleşmesi yetmez; bu değerler çerçevesinde uluslararası bir aktör olarak görünürleşmesi gerekir. "Siyasi değerler", uluslararası sorunların çözümünde çeşitli yöntemlerin doğmasına kaynaklık etmiyorsa, hem evrensel niteliklerini yitirirler, hem de kriz bölgelerinde şiddet politikalarının seyircisi haline gelirler. İşte bu nedenlerle, AB'nin bir "derinleşme" ve "gelecek vizyonu"na ihtiyacı vardır. "Derinleşme", kendi içindeki kırılganlıkları belli politik stratejiler temelinde gidermek için gereklidir. "Gelecek vizyonu" ise, AB'nin temsil ettiği değerlerin belli bir coğrafyaya ya da kültürel şemaya ait olması durumunda, evrensel niteliğini yitireceği için cazibesinin ortadan kalkacağını ve o aşamadan sonra AB içinde de birleştirici niteliğini kaybedeceğini farketmek için zorunludur.
*** Bugün AB sürekli gelişmesi gereken, durduğu anda yere düşecek bir siyasi varlık durumundadır. Gelişmeyi sadece yeni üyelerin katılımı çerçevesinde anlamamak gerekir. Siyasi değerlerin somut politikalara dönüşmesi konusunda AB'nin ciddi açılımlar ortaya koyması gerekmektedir. Küresel temelde yaşanan dinamizm, AB'nin değer-siyaset ilişkisi bakımından daha gelişmiş modeller üretmesi gerektiğini göstermektedir. Evrensel siyasi değerler temelinde bir bütünleşme stratejisi olan AB'nin, tam da şu anda, Irak ve Filistin konularında öncü bir güç olarak ortaya çıkması, dünyanın geleceğinin değerler ve meşruiyet zemininde kurulması için son derece önemlidir. Çünkü dünyanın yoksul bölgelerinde yaşayan halkları, evrensel siyasi değerlerin kendileri için ne anlam ifade ettiğini her gün kendilerine sormaktadırlar. Öyleyse, dünyanın ortak iyiliği için politik tutum üretmeden, değerlerin ve değerlere dayanan siyasi birliklerin bir işlev üretmesi mümkün değildir... AB'nin, Irak ve Filistin sorunlarının çözümüne dönük tavrı, geleceğinin nasıl olacağını belirleyecek bir sınav hükmündedir artık...
|