Vahşetin ilacı: Kadın eli...
Bazen parlak ve çekici meyveler görürsünüz bir tabakta, sağlıklı ve diri görünümleri vardır. O sağlıklı ve diri görünümün altında kimi zaman iflah olmaz bir çürüme saklanır. Çürümenin kendini perdesiz gösterdiği durumlar bir şekilde bilindiği için, ona karşı ne yapılması gerektiği bellidir. Buna karşılık sağlıklı ve diri görünümün altına saklanmış, yani perdelenmiş çürüme, kendine karşı oluşmuş refleksleri şaşırtırken, aynı zamanda sağlıklı ve diri olan şeyleri de ağır bir "zan" altında bırakır. İnsanoğlunun yürüdüğü bunca yoldan sonra, ürettiği siyasi sistemlere, ekonomik refaha ve teknolojiye rağmen, toplumları içten içe çürüten şey kadına uygulanan şiddettir. Toplumun tüm sağlıklı ve diri görünümüne rağmen, içinde barındırdığı bu çürüme, herşeyin kimyasını yavaş yavaş bozuyor... Kadına uygulanan şiddeti yücelten toplumsal yapılardan bugüne gelindi. Bugün en azından söylem düzeyinde kadına dönük şiddet kınanıyor. Şiddetin engellenmesi için her alanda tedbirler alınıyor. İnsanoğlunun "insanlık seviyesi"ndeki yükselmenin en önemli işaretlerinden biri sayılıyor bu. Lakin dünden bugüne bakıldığında, kadına uygulanan şiddetin dozuna dikkat edildiğinde çok umutlu bir tablo çıkmıyor ortaya. Kadın bugünün toplumlarında sanki düne göre çok daha fazla şiddete maruz kalıyor; şiddetle eşdeğer görünen ve görünmeyen haksızlıkları hesaba katmaya bile gerek kalmadan çok ağır bir tablo çıkıyor ortaya... Kadına dönük şiddet, insanoğlunun en aşağılık huylarından biri. İnsanlık bu "habis huy"u bilimle, dinle, ahlakla ya da teknolojiyle bir türlü aşamıyor. Yeri geldiğinde tüm bunlar şiddetin ve haksızlığın aracı haline getiriliyor. Kuşkusuz konunun mikro ya da makro iktidar algısıyla ilgisi var. Her türlü "hastalıklı iktidar", kadın üzerinden göstermeye çalışıyor gücünü ve kadına dönük düzenlemelerdeki etkisiyle ölçüyor başarısını. Tek bir erkeğin bir kadına dönük iktidarından çok daha karmaşık yapılara kadar bu böyle. Özsaygıdan yoksun her iktidar biçiminin zayıf noktasıdır kadın. Kendini, birey olarak kadının zihni ve bedeni üzerinde tahakküm kurmaya göre kurgulamış iktidarın siyasal biçim kazanmış olanı, insanoğlunu acı dolu savaşlara sürükledi durdu. Bugün daha adil ve eşitlikçi bir dünyayı arıyoruz uluslararası ilişkilerde. Siyasi iktidarların "eşitlik", "özgürlük" ve "adalet" değerlerinden asla kopmadan işlemesini sağlayacak sistemler arıyoruz. Oysa tüm bunları yaparken atladığımız çok temel birşey var. Siyasal şiddete yataklık eden yapıların, kadın üzerinde tahakküm kurmakla çok yakından ilişkisi var. Buna karşı "eşitlikçi" ve "özgürlükçü" bir siyasal zihniyet üretmek için, önce işin alfabesine dönmek ve kadını kuşatan her türlü iktidar formunu ele almak gerekiyor. Uluslararası Af Örgütü raporları bu konuda uyarıcı ol- maya devam ediyor. Yeni yayınlanan rapor, daha önceki raporlarla aynı sonuçlara ulaşıyor. Benim dikkatimi çekenler pek değişmiyor... Kadınların hayatlarını nasıl sürdüreceklerine özgürce karar vermeleri hala bir "cüret" gibi algılanıyor. Bu cüret, gelenek ve kültürel iktidar formları tarafından yargılanıyor ve şiddetin "bahane"sini oluşturuyor. Ve, kadınların hayatın her alanında "eşitlik" talep etmeleri, katıksız şiddetin hedefi haline gelmelerinin temelini oluşturuyor. Bu unsurların içini dolduran görünen ve görünmeyen haksızlıkları alt alta koyduğumuzda, "insanlıktan geriye ne kaldı?" diye sormaktan geri durmak mümkün değil. Yaşadığımız dünyayı kuşatan vahşetin önüne dikilmek için, de- ğerler, birlikler, modeller ve sistemler aramaya devam edeceğiz. Lakin hepsinden önce ve önemli olan, vahşete karşı dünyaya daha çok "kadın eli" değmesi gerektiğini hiç akıldan çıkarmamak gerekiyor...
|