|
|
Bir kez daha Ahmet Kaya..
Müsamere "dostlar alışverişte görsün!", "zevahiri kurtarma", "AB'ye uyum" "demokratikleşme", şu, bu... Kim ne derse desin ama oldu işte! Devlet ekranından Kürtçe haberler, Kürtçe şarkılar dinledik ya! Yer yarılmadı, kıyamet kopmadı, ülke bölünmedi! Bu arada "eski tas eski hamam" tüyleri dikenleşenler, "bölücülüğün ilk adımı" diyenler de çıktı, ama neyse ki sesleri cılız kaldı! Ciddiye alan dahi olmadı!
*** Birkaç gündür sayfa ve ekranlarda anılar sıralanıyor, geçmiş yıllardan örnekler veriliyor, Türkçe dışında konuşulan her kelimeye verilen cezalar ya da okul yılları hatırlatılıyor. Hatta, daha bir hafta öncesine kadar yayınlanacak kanal bulamayan Kardeş Türküler'in Kürtçe şarkısının defalarca TRT'den yayınlanıyor olmasının garipliği, tecellisi konuşulu yor.. İşte, ben de hatırlatmanın tam sırası diye, bir kez daha "Ahmet Kaya'dan ne haber?" diyorum Ne de olsa tanık olduğum, yaşadığım, paylaştığım, konuştuğum ve garipsediğim gün ve günleri anımsayalım mı diyorum! Ahmet'le günler boyu Paris'te "Kürtçe klibi" ve daha pek çok konuyu konuşmuş olmanın da hatırına..
*** Hayatın tecellisi bu ya, Ahmet Kaya'yla "son röportaj"ı yapmıştım. (Ve belki de "medya"dan, onu son gören biri bendim!).. Fırtına, Magazin Gazetecileri Derneği gecesinde, Ahmet'in "Kürtçe şarkı söyleyeceğim" demesiyle başlamıştı.. Sonra ardı arkası kesilmedi. Sen misin, Kürtçe şarkı söylemek isteyen? O gün, o salonda, güya aşk şarkıları söyleyenler, güya şarkı sözlerinde "insan" kelimesi geçenler, "haberleri şovdan şova" çevirenler, Ahmet Kaya'nın eski dostu (!) olduğunu hatırlatanlar "polisten çok polis", savcıdan çok savcı oluvermişti! Sahnenin ortasında bir "cadı" vardı ve kazana atılmalıydı! En ağırından küfürler, hakaretler, yumruklar kazana (!) kolay atılsın diye çatal bıçaklar kırıla gitmişti! Ahmet, birkaç "iyi dost"un yardımıyla kendini zor atmıştı dışarıya.. Sonra da "magazin gecesi" devam etti! Memleket elden gidiyordu ya, en hamasetinden bir şov sergilendi salonda; Ahmet'e inat, İsrail'li bir müzisyenin bestesi "Memleketim" söyleniverdi koro halinde, dişler gösterile gösterile, gevrek gevrek gülünerek ve zafer kazanılmış bir edayla!.. (O, küfür kıyamet koparanların, çatal bıçak kullananların, korodakilerin tümünü tanıyorsunuz, yine aramızdalar! Hatta şaka gibi gelecek ama içlerinden birinin açıklamasına rastladım. "TRT'nin Kürtçe yayını doğrudur" diye!) Ve sonra.. Öfke dolu hatta abartılı, hedef tahtalı manşetler sıralandı bir bir.. Kara kaplı defterler açıldı, davalar peşisıra geldi, Ahmet Kaya'yı artık kimse kurtaramıyordu! O da biliyordu bunu ve "Paris'i mesken eyledi." Ey, hayat.. Dinle.. 1999 Kasım'ındayız.. Paris, kara bir kışa hazırlanıyordu.. Ve o "son röportaj" yapılıyordu. "Kalp krizi" geçirilen Paris evinde.. Çok sıkıntılı, kalbinin sıkıntısı sesine yansıyan ve her üç cümleden birinde "dönmek istiyorum, linçin bitmesini bekliyorum" diyen bir müzik adamının evinde.. Saatlerce, günlerce o kadar çok konuşulmuştu ki, "kaçak
mısın" diye sormuştum. Ahmet de; "Ben neden kaçayım? Kürtçe bir şarkı söyleme talebinden dolayı bir adam ülkesinden kaçacak duruma getirilmiş bile olsa, bunu o ülke çok düşünmeli ve çok konuşmalıdır" diye cevap vermişti.. Ve devam etmişti; "Onlar bile bunu biliyorlar ki; hiçbir şarkıcı şarkılarıyla bir ülkeyi bölmez, bölemez. Şarkılar birleştirir asla bölmez."
*** Neyse, sonra bilinen hikaye. Bırakın klip çekmeyi ve Kürtçe söylemeyi, daha talebini dile getirirken "dili" kesilen, gurbet diyarlara gitmek zorunda kalan ve bir daha da dönemeyen Ahmet Kaya, bütün damarlarında "iç sıkıntı" dolaşırken, 2000 Kasımı'nda bu dünyadan göçüp gitti.. Şimdi, gittiği "yer"den bakıp bakıp iç geçiriyor mu acaba! Şu son bir hafta içinde olup bitenleri görüp o pos pıyığının altından gülümsüyor mu acep!
|