|
|
|
|
|
|
Perşembe öğleden sonra...
İki hafta önce Bulgaristan'ın başkenti Sofya'dan yazdığım "Komşuya Ateş Almaya" başlıklı yazımın sonu şöyle bitiyordu: "Meydana son kez yeniden bakıyorum. Bulunduğumuz otelde ihtişam ile modern mimariyi birleştiren anlayış iç içe. Bu ülkeyi tam tanıyamadan ayrılacağım buradan. Ateş almaya gelmek gibi oldu bu seyahat. Bu izlenimler kısacık bir serüvenin ayrık notları. Türkiye merkezli ilk uluslararası petrol şirketi kurma girişiminin tanıklığını da sürdüreceğiz. Vakit öğleye yaklaşıyor. Yazıyı bu hafta erken istediler. Bitirmeliyim. Sizlere iyi pazarlar."
*** O yazıyı yazdığım gün perşembe idi. Ben yazıyı sadece o haftaya mahsus olmak üzere erken istiyorlar sanmıştım. Meğer, Sabah'ın Pazar Eki'nde okuduğunuz Kanatlı Karınca'ları bundan böyle artık hep perşembe günü akşamına kadar isterlermiş... Cuma günleri yazılan o yazıları perşembeye çekmek, saat ayarı değişiminden dolayı günü algılayamamak gibi bir şaşkınlığa yol açtı. Hala da geçmiş değil... Sofya'da otel odasında yazdığım yazıda "ülkeyi tanıyamadan" Bulgaristan'dan ayrılacağıma hayıflanıyordum. Ülkeyi tanıyamadım ama Sofya'yı o öğle sonrasında daha derinlemesine gezdim. Kentin "çatı mimarisinden" "fasulye çorbasına" o öğleden sonra kafamın içinde oynaşıp dururken, bir sonraki perşembe geldi çattı.. Kafamda daha önce tasarlanmış bir başka yazı devreye girdi. Sanayi devriminin mucidi Arkwright ile sanayi sonrası dönemin ilk simge yenilikçisi Bill Gates'in kıyaslandığı yazıyı yazdım.
*** Ama o arada pazara denk gelen Anneler Günü'nü atladım. Aslında atladım mı, yoksa annemin ölümünden itibaren bilinçaltı olarak o günü bana ait değilmiş gibi hissettiğim için yok mu saydım. Onu da tam çıkaramadım. Aradan on üç yıl geçmiş olmasına rağmen annemi kaybettiğimiz Basınköy'deki eve tek bir gün bile gitmedim... Mezarını da ziyaret etmedim... Galiba ona uzun bir seyahatteymiş muamelesi yapmak beni ferahlatıyor. Anneler Günü'nü de galiba bu nedenle bildim de bilemedim... Aslında Anneler Günü'nü de yazabilirdim diye düşündüğümde ise Gaziantep ve Kilis'i içine alan bir gezideydim.. Gaziantep'i iyice tanıma fırsatını yakaladım. Bir ömür duyduğum Kilis ile de sonunda el sıkışıp tanıştık... Sofya'dan Suriye sınırına uzanan bir parantez içinde Kanatlı Karınca yazılarını tasarlarken yazı zamanı aniden geldi bile.
*** Halbuki masamın üzerinde Kayhan Tümerdem'den aldığım çok sıcak bir mesaj, hafıza notu işlevi de görmek üzere duruyordu. Mektup aynen şöyleydi: "İyi günler Mehmet Bey; toplumumuzun kültürel olarak artık tam anlamıyla küme düştüğü şu günlerde, birkaç yıl öncesine kadar sizden ve sizin gibi düşünen birkaç kültür adamından Orhan Veli ve onun gibi gerçekten çok önemli edebiyat adamları hakkında yazı alırdık. Artık o tip yazılara da rastlamıyoruz. Orhan Veli'yi çok sevdiğinizi biliyorum. Orhan Veli'yi çok sevdiğinize göre Sait Faik'i de seviyorsunuzdur. Sizden ricam; 11 Mayıs 2004 ünlü hikayecimizin 50. ölüm yılı olduğundan, onun hakkında bir yazı yazmanızdır. Bayhanların, Abidinlerin duman attırdığı şu günlerde Mark Twain Derneği tarafından kabul edilmiş tek Türk edebiyatçısına hak ettiği değeri verelim lütfen. Yazınızı bekliyorum. Saygılarımla, Kayhan Tümerdem" Kayhan Bey, bir büyük incelik daha göstererek, 11 Mayıs'ı yeniden anımsattı...Sait Faik'i çok severim. İlk gençlik yıllarımın ateşli sancılarında hikayeleri bana derman olmuştu. Neyse ki, onu hatırlayanlar tahminimden fazlaydı... Ama bu pazara rastlayan yıldönümü için de geç kalmış oldum..
*** Bugün gene Perşembe... Yaz saatine alışamamış halim devam ediyor... Yazı gününü perşembeye çekmeleri henüz bende arzuladıklarımı istediğim kıvamda yazacak bir iklim oluşturamadı.. Bu perşembe öğleden sonrasındaki ruh böyle. Yazamadıklarımı ise sizler için biriktirmeye devam ediyorum. Umarım yakında alışacağım.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|