Akdeniz şöleni
Hatice, olağanüstü bir Akdeniz sofrası hazırlamıştı. Bu her Kıbrıs'a gidişimde tekrarlanan bir ayin gibiydi. Taze baklaları çiğ olarak yemekle kalmayacak, bahçenin köşesinde kendi halinde toprağa yayılmış olan enginarları da keskin bir bıçakla önce dörde bölecek, sonra da çanağındaki etini atıştıracaktık. O zamana kadar enginarı kendi mekanında görmediğimi fark ettim. Enginar, toprağı zengin, iklimi yumuşak, havası nemli Akdeniz diyarlarının bitkisiydi. Ev yapımı koca humus tabağı da kendinden emin lezzetiyle masanın üzerinde uzanıyordu. Baklaları kıracak, enginarların etli bölümlerini kemirecek, humusu atıştıracaktık. Ama peki, ne içecektik? Turgay, varını yoğunu sunmaya çalışan bir sevecenlikle içkilerini sayıp döküyordu... Buzdolabının dipfrizinde durup da donmayan Rum rakısı ile küçük kadehlerini kapıp getirdi. Sonra da Kıbrıs'ın ünlü konyağına geçildi.
*** Kemal beni, kıyıları yalaya yalaya bu aile yemeğinin yendiği Kayalar Köyü'nün yeşilliğine, mavi denizine getirmekle kalmamış, Hatice'nin tavuk etinden yaptığı şeftali kebaplarını mangalda pişirme işini de üstlenmişti. Haluk ile Ahmet daha sonra geldi. Naci ise kestiriyordu. Kormacık Burnu'ndaki pazar şöleni devam ediyordu.
*** Ahmet, üstünü kiremitlerle örttüğü mangalına üç aydır yuvalanıp, sekiz dokuz yavru doğuran kuşun hikayesini eksilmemiş bir heyecan ile anla tıyordu. Ana, oraya minnacık bir delikten girip yuvalanmış, sonra da yavruları doğurmuştu. Ahmet ise onun üç aydır doğadan toparlayıp getirdiği kılcal yünler ile yavrularına yaptığı yuvayı, bu yuvanın keyifli şaşkınlığını paylaşıyordu. Gidip, kuşları görmeye karar verdik. O sırada Naci de geldi. KKTC'nin soyulan bankalarını, talan edilen ekonomisini, rantçılığını da onun ağzından dinledik.
*** Kuşlar gerçekten bir tanrısal mucizeydi... Kiremitleri usulca kaldırdığımızda, annelerinin sarmaladığı yün tüylerinden yapılmış yuvalarında minik kuşların minnacık yavrularını gördük. Annenin o delikten mangala girebilmesi insanı hayrete düşürüyordu. Kemal yeniden direksiyona geçti. Marunit köyüne uğramak ayinin bir parçasıydı. Yorgo, Ninna ve Maria oradaydı... Üstelik bu kez beni bir de sürpriz bekliyordu... Geçenlerde Yorgo'nun Yeri'nde yediğimiz yemekte çektirdiğimiz resimlerden birini Başaran büyütmüş ve Maria'ya hediye etmişti. Baktım, Maria ile beraber çektirdiğim o resim restoranın duvarında. Ninna'nın hafif bir rahatsızlığı nedeniyle bu sene hamursuz pastası yapamamışlardı. Maria'nın tanrısal güzellikteki yeğeni Aleks parmağını emerek, masanın altında uykuya geçiş denemeleri yapıyordu.
*** Kendimi Güzelyurt'un portakal bahçelerinde portakalları toplarken buldum. Muhteşem mönünün finali gibiydi.
*** Bugün pazar... Ben, kıra kıra yenilen taze çiğ baklalar, toprağından koparılan enginarlar, ağaçlardan toplanan portakallar, Rum rakısı, Kıbrıs konyağı, humus, şeftali kebabı, Kemal, Hatice, Turgay, Haluk, Ahmet, Naci, Ninna, Maria, Aleksi hepsiyle birlikte bir Akdeniz Şöleni yaşadım... Bu yazı onun hikayesidir...
|