Siyasetin alanı
İletişimin hızlandığı, insanların evlerinden dünyanın dört bir köşesinden kanalları izleyebildiği bir dönemde, 1923'lerin paradigmasıyla siyaset yapamazsınız. Bugünün siyaset gerçeği Türkiye'de devletin müdahale alanının sınırlanmasını isteyen bir toplumun var olmasıdır. Menderes'ten, Demirel'e, Özal'dan Erdoğan'a kadar bu oy patlamasının ardında, devletin yok olması değil, hukuk içinde sınırlanması arzusu yatmaktadır. Türkiye'de siyaset üzerine tartışmalar, dünyanın her yerinde olduğu gibi sağ-sol kavramları üzerinden yapılıyor. Sağ ve solun siyaset sistemindeki yerini belirleyen kavramlardan biri de "Devlet"e karşı duruşları. Batı dünyasında modern devletin 500 yılı aşkın bir tarihi var. Bu tarihin önemli bir bölümü, devlet iktidarına karşı "sivil toplum" alanının genişletilmesi mücadelesinden geçmiştir. Halk yığınları devletten bireylerin tek başına yapamayacağı hizmetleri beklerken, devletin de kendilerine bir özgürlük alanı bırakmasının kavgasını vermiştir. Türkiye'de ise sol hareketin sivil toplum kaygısı fazla gelişmemiştir. 12 Eylül öncesinin Marksist hareketleri devlete karşı mücadele verirken, zaman içinde kendi sosyalist devletlerini kurma arzusu taşımıştır. Bu model içinde sivil toplum kavramı zaten yoktur. Marksist solun gerek devlet terörü, gerek kendi iç çatışmaları, gerekse sosyalist blokta yaşanan gelişmeler sonucu çökmesiyle, kendilerini sol sayan kesimlerin siyasete devam etme arzusu taşıyan kesimleri, sistem partileri içine yerleşmiştir. Türkiye'de sol sayılan bu partilerin en büyüğü Cumhuriyet Halk Partisi'dir. Cumhuriyet Halk Partisi, Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu bir partidir. Bu, kökleri İttihat ve Terakki'den gelen bir harekettir. Bu hareket, toplumu yukarıdan aşağı modernleştirme, laikleştirme kaygusu güder. Burada da sivil toplum kavramı yer almaz. Toplumu yukarıdan aşağı yeniden inşa etme projeniz varsa, devletin müdahale alanı dışında kalan bir bölgesini kabul etmeniz mümkün değildir. CHP'nin miras aldığı, bugün de devam ettirdiği anlayış budur. Her yerde, her an var olan bir devlet. CHP, içindeki sol unsurların varlığının etkisiyle de yakın geçmişte, işkence, insan hakları, azınlık hakları konusunda varlığını hissettirmiştir. Devletten küçük küçük alanlar kazanmaya çalışan sağ partilerin yerine, içindeki sol unsurların da katkısıyla, temel haklar konusunda dirençli bir siyaset gösterebilmiştir. Ancak demokratlığı orada noktalanmıştır. Bireyi, bireyin özgür yaşam alanını öne çıkaran Batı tipi bir anayasalcı çizgi geliştirememiştir. CHP, Türkiye'de sivil toplum alanının en geliştiği kent olan İstanbul'da yüzde 30 oyu, herhangi bir aktif siyaset önerdiği için almamıştır. İstanbul'un "Beyaz Türkler'inin" AKP korkusu nedeniyle almıştır. Yani, CHP'nin varlık nedeni, kendisinin ürettiği bir siyaset olmamıştır. Aynı durum, kimilerince AKP'ye alternatif olarak gösterilen DYP için de geçerlidir. DYP, Kıbrıs, Avrupa Birliği, reformlar konusunda bir yenilik üretemeden yüzde 10'luk bir oya ulaşmıştır. Ancak İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Gaziantep, Denizli gibi birçok metropolde varlık gösterememiştir. Bu açıdan, büyümesinin tek yolu sivil toplumcu ANAP'la birleşmesidir. Yoksa, yüzde 10'luk bir Orta Anadolu partisi olarak kalacaktır. İletişimin hızlandığı, insanların evlerinden dünyanın dört bir köşesinden kanalları izleyebildiği bir dönemde, 1923'lerin paradigmasıyla siyaset yapamazsınız. Bugünün siyaset gerçeği Türkiye'de devletin müdahale alanının sınırlanmasını isteyen bir toplumun var olmasıdır. Menderes'ten Demirel'e, Özal'dan Erdoğan'a kadar bu oy patlamasının ardında, devletin yok olması değil, hukuk içinde sınırlanması arzusu yatmaktadır. İktidara talip her siyasetçinin bu gerçeği görüp kabul etmesi bir ön koşuldur. Yoksa, her seçimin ardından muhalefette kalmasını başarı olarak sunmak zorunda kalır.
|