| |
|
|
Doktorları kim anlayacak?
Geçtiğimiz pazartesi gecesi saat 01.30. Okmeydanı Sosyal Sigortalar Hastanesi'nin ana kapısından girip, az ötedeki acil merkezine doğru ilerliyorum. Cılız ışıkların aydınlattığı acil kapısı önünde aşırı kalabalık... Derken bir feryat yırtıyor karanlığı. Seçebildiğim kadarıyla kendini yerden yere atan bir kadın ve onu engellemeye çalışan 5-6 kişi. Boğulmak üzereydi Telaşla bir kenara çekip, park ediyorum aracı. Sonra küçük kameram elimde oraya doğru koşuyorum. Kadın o kadar çok bağırıyor ki sözcüklerini, ne söylediğini anlamak mümkün değil. Etraftakilere soruyorum; "Kocası ölmek üzereydi. Getirdiler ama sedye bulunamadı uzun süre. Adam istifra etmiş, boğulmak üzereydi son anda sedye geldi ama adamın gözleri filan dönmüştü içeri alındığında" diyorlar. Allah'tan reva mı? Sonra beni görüyor kadın. O duyduklarımız en yüksek volümü değilmiş meğer sesinin. Çekim yaptığımı görünce ses desibeli dayanılmaz hallere tırmanıyor, kendini helak ediş durumu daha da tiyatral hallere bürünüyor. Sonra çevreme toplanan bir grup yurttaştan figan başlıyor; - Gördünüz mü Savaş Bey bunca hasta gelip gidiyor tek bir sedye yok! - Bakın bakın taksiyle geldi ve yere bırakılmak zorunda kaldı şu hasta amca. Sedye bulunmuyor çünkü. - Başka servislerden sedye almak için kimliğini rehin bırakıyorsun. Allah'tan reva mı bu?
Ana kapı kapandı mı? Her kafadan ayrı bir ses çıkınca insan ne dinleyebiliyor ne de dinlemeye çalıştığını anlıyor. Sonra bahçeyle acil koridorlarını ayıran kademeli ana kapı kanatları bir bir kapatılıp sadece sedye aralığı kadar açıklık bırakılıyor. Güvenlik şefi ise telsizlerle haberleşip orada bir yığılmayı sağlıyor.
İnim inim inlesem Bir yurttaş kendince açıklıyor durumu; - Bakın size karşı önlem alıyor, kapıları kapatıyorlar. Girip görmeyeceksiniz, görüp çekmeyeceksiniz diye. Çevredekilerin söylediğine göre de içerisi dışarısının 10 katı kalabalık ve perişanmış. İnsanlar savaş sırasında kurulan sahra hastanelerinde olduğu gibi inim inim inliyormuş sedye üstlerinde.
TV burada hadi bağıralım! Sonra birkaç yurttaş karşı çıkıyor onlara. Diyorlar ki: - Televizyon kamerası görünce şov yapıyorsunuz. Ayıptır, günahtır, haksızlıktır yaptığınız. Hanginizin hastasına bakılmadı burada. Biraz dürüst olun!.. Aralarındaki tartışma zaten gergin olan sinirleri kezzaplayacak gibi. Varlığımın ortamı daha da ajite ettiğini hissedip, "ekibimi alıp geleceğim" bahanesiyle uzaklaşıyorum oradan.
Bu ne akın? Ertesi sabah. Yani dün erken saatlerde Hastane Başhekimi Doktor Tamer Yıldırımak arıyor. Gece oraya gelişim tedirgin etmiş yönetimi. Epey dertleşiyoruz hocayla. Kısa bir özet geçersem sıkıntılarını bir nebze paylaşmış oluruz. Diyor ki: "Keşke bir programınıza konuk gelsek de sorunları enine boyuna konuşsak. Dün gelip yarım saatte gördüğünüz manzaraları biz hergün, her gece yaşıyoruz. Sadece dün geceki acil başvuru sayısı 708 kişi. Bunlardan müşahadeye alınanların sayısı ise 103 kişi.
En büyük kim? Başvuran yurttaşlarımızın yanı sıra ortalama 3-4 kişi de hasta yakını olarak geliyor. Ortalık kalabalığa kesiyor yani. Mevcudumuzda acil yatış için 13 yatak, demirbaşımızda 18 sedye var. Doktorlarımız, hemşirelerimiz, yardımcı sağlık personelimiz özveriyle hizmet vermeye çalışıyor. Ayrıca kurumun İstanbul'daki en büyük, en donanımlı bir sağlık merkezi olduğu gerçeği var. Dolayısıyla bu çok farklı bölgelerden bile hastanemize akın olmasına neden teşkil ediyor."
Haklar ve görevler Yani bir dokununca bin ah işitmek mümkün başhekim beyden. Sonunda şöyle bir karara varıyoruz. Gerekli izin alınacak. Ardından ben birkaç gece boyunca nöbet tutan doktorlarımızla birlikte olacağım. Orada neler nasıl oluyor, neler aksıyor, nelerin yoksunluğu çekiliyor, yurttaşlara düşen görevler nedir; hepsini görüp, görüntüleyip uyarıcı, aydınlatıcı, bilgilendirici bir program yapacağız. Ne zaman mı? Çok değil, "Azz sonra!.."
|