Güvenlik ortak bir değer midir?
SAN FRANCISCO - Siyasal disiplinler açısından vazgeçilmez olan kural şudur: Bir siyasi sistem "adalet", "refah" ve "güvenlik" ürettiği sürece meşrudur... Siyasi sistemler için geçerli olan bu temel kural, uluslararası ilişkiler için de geçerlidir. Uluslararası sistem, bu üç unsuru üretebildiği sürece "meşruiyet"ini ve devamlılığını garanti alır. Diğer iki konu içerisinde öne çıkan ve uluslararası ilişkiler açısından "eşitler arasında birinci" olan ise "güvenlik"tir. "Güvenlik" son derece kolay tanımlanabilecek bir kavram gibi gözükse de, aslında üzerinde en çok tartışma yürütülecek kavramların başında gelir. "Güvenlik" öyle bir kavramdır ki, uğruna insanların diğer tüm kazanımlarının feda edilmesi de istenebilir, bireysel ve toplumsal kazanımları tamamlayıcı bir unsur olarak da ele alınabilir. İki güvenlik arayışı arasındaki fark son derece fazladır ve bu iki kavramsal yaklaşım temelinde tasarlanan toplum anlayışları birbirinin tam zıddı siyasal pratikleri işaret eder.
* * * Bugün dünyanın önündeki temel problem, sadece "güçlüler"in ve "zenginler"in ihtiyaçlarını karşılayan bir güvenlik anlayışının ötesine geçebilmektir... "Güvenlik" denince anlaşılan şey, dünyanın çeşitli yerleri ve zamanları için "riskli" bir farklılık gösteriyor. Dünyanın zengin devletleri için güvenlik anlamına gelen şey, diğerleri için ciddi tedirginliklerin ve potansiyel risklerin güçlenmesi anlamına gelebiliyor. Bu durumun son zaman dilimine kadar güçlü ve zengin ülkelerin çok da umurunda olmadığı görülüyordu. İşin bu derece düz bir mantıkla yürümeyeceği 11 Eylül olayları ile anlaşıldı. Herkesi kuşatmayan bir "güvenlik felsefesi" nin, kimsenin güvenliğini garanti altına almayacağı açıkça görüldü. "Herkes güvende değilse, kimse güvende değildir." Bundan sonra geliştirilmesi gereken "güvenlik pratikleri"nin dünya barışı bir işlev üretmesi için bu "güvenlik felsefesi"ne yaslanması gerektiği, ağır maliyetler ve acı tecrübeler sonucunda varılan bir aşama oldu...
*** Güvenliğin sadece birilerinin çıkarlarını koruyan bir kavrama dönüşmesi, en çok "yeni terör"ün işine yarıyor. Zengin ülkelerin çıkarlarını korumaya "indirgenmiş" bir güvenlik algısı, dünyanın geri kalanı tarafından gerçek bir kabul görmüyor. Böylece "güvenlik" tüm dünya ülkelerinin paylaştığı ve ürettiği bir "ortak değer"e dönüşemiyor. Oysa güvenliğin "ortak değer" olması, uluslararası sistemin "güvenlik" üretmesi kadar, herkes için "adalet" ve "refah" üretmesi için de son derece önemlidir... Bu çerçevede NATO'nun yeni bir anlayışla yapılandırılması, "güvenlik"in ötesinde bir kapının aralanmasına işaret etmektedir. NATO'nun yeniden yapılandırılmasının yeni bir "güvenlik felsefesi"ne dayanması, küresel sistemin "meşruiyet" temelinde çalışması için "stratejik kod"u oluşturmaktadır. NATO, güvenliğin "ortak değer" olarak anlaşılmasının pratik örneği olarak yapılandırılırsa, 11 Eylül'le başlayan düğümü ve Irak olayı ile içine girilen koridoru yeni bir düzleme taşımak ve dünyanın geleceği için yeni bir felsefenin ve buna bağlı güvenlik ajandasının oluşmasını sağlamak mümkün olacaktır. Unutmamak gerekir ki, güvenliği ortak bir değer haline getirebilen bir dünya sistemi, "adalet" ve "refah"ı garanti altına alabilecek adımları atabilecektir...
|