| |
|
|
İktidarla uygar diyalog, şarklı gösteriye dönüşmesin!..
Geçenlerde, Süleyman Demirel'in yasaklı dönemlerinde hep onun yanında duran ve Demirel 1991'de yeniden iktidara gelince, önemli görevler üstlenen bir ünlü eski politikacı ile sohbet ettik. Uzun uzun anlattı... Turgut Özal iktidarında, onun peşinden koşan ve Demirel'i yok sayan işadamlarının isimlerini bir kağıda yazmışlar. Sonra bir nevi and içmişler. - Biz iktidar olursak, bunların canına okuyacağız, demişler. 1991 genel seçimleri ertesinde Süleyman Demirel Başbakan olunca, bu listedeki "Canına Okunacak" işadamları, birer birer ziyaret etmeye başlamışlar... Özal'ın peşinden hiç ayrılmayan ve Demirel'i yok sayan işadamları, "Süleyman Ağbey, seni çok özledim" diye kucaklıyorlarmış yeni Başbakanı... Demirel de onları, "Ben de seni çok özledim" diye kucaklıyormuş... Akşam yemeğinde, Demirel'e bu durumu hatırlatıp, sormuş sözünü ettiğimiz politikacı, - Süleyman bey... Hani bu adamların canına okuyacaktık? Demirel gülmüş, cevap vermiş, - Artık biz devletiz. Görevimiz kimsenin canına okumak olamaz. Onlarla bir arada yaşamak zorundayız. Bu anlatılan gerçeği, bütün profesyonel politikacılar bilir aslında. Çok tekrarlanan bir ilke vardır Fransız politikasında... Şöyle... - Cumhuriyetin hafızası güçlü olmak, demokrasinin hafızası da zayıf olmak zorundadır. Başka türlü rejim devam edemez. Geçen hafta Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 50'nci doğum gününü kutlayan ve Başbakanlık Konutu'ndaki yemeğe katılan süper işadamlarının davranışlarını izlerken, yine aynı şeyleri düşündüm... Bu işadamlarının arasında, 28 Şubat post-modern darbesine her şekilde destek veren ve Tayyip Erdoğan'ın "Tehlike" olarak ilan edilmesine çeşitli şekillerde katkıda bulunanlar da vardı. Aynı durumu, Tayyip Erdoğan ile belirli medyaların yöneticileri arasındaki, yakın ve sıcak ilişkilerde de görmüyor muyuz? Bazıları bunları, "Yalaka" veya "İktidar bağımlısı" diye suçluyor. Eminim bazı AK Partililer de, Tayyip Erdoğan'ı "Bunlarla neden içli dışlı oluyorsun" diye sıkıştırıyordur. Oysa, "Demokrasi" dediğimiz olgunun içeriğinde, kan davalarının bulunmadığı gerçeğini, hepimizin öğrenmiş olmamız gerekmez mi artık? Ancak bir ince nokta daha var ki, bu da hiç unutulmamalı. Örneğin Başbakan'ın yemek ve doğum günü davetine katılan işadamlarının büyük çoğunluğu, sırf Erdoğan'a uyum göstermek için, o sofrada meyve suyu veya kola içmişler. Veya Başbakan'la yakın olan medyalar, haberlerinde, genellikle eleştiri dozunu çok hafif tutuyor ve görülmesi gerekenleri de görmezden geliyorlar. Diyorum ki... Kan davalarına ve saplantılarına demokraside yer yoktur. Ama iktidara yakın olmak veya uygar ilişkide bulunmak da, "İktidar gibi olmak" anlamına gelmemelidir. Erdoğan'ın daveti diye, her yemekte içki içenlerin bir anda meyve suyu bağımlısı olmaları, gerçekten yanlıştır. Veya düne kadar "Erdoğan şeriatçı" diyenlerin, bugün ölçüyü kaçırıp "Erdoğan eşsizdir" demeleri, gerçekten yanlıştır.
|