kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
14 Kasım 2008, Cuma
Sabah
 
Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Yazarlar Çizerler
Gündem Siyaset Ekonomi Yaşam Dünya Teknoloji Turizm Otomobil
 
24 Saat
24 Saat

Ebru Çeliktuğ: "Kameranın gör dediği"

Sinema dergisi
Giriş Saati : 14.11.2008 09:59
Güncelleme : 14.11.2008 17:49
Yeni Haber
Karanlık bir sinema salonunda, kendinizi adeta filmin içinde hissedeceğiniz sinir bozucu bir gerilim filmine hazırsanız, müjdemizi isteriz! Biraz gecikmeli de olsa, 2007 yapımı İspanyol korku filmi "REC" karşımızda. Jaume Balaguero ve Paco Plaza’nın birlikte çektiği bu sade ve irkiltici filmi seyretmek isteyenlere önce, filmin gösterimi esnasındaki izleyici tepkilerini görebilecekleri fragmanları tıklamalarını tavsiye ederiz!..
"Siz Uyurken../" isimli bir televizyon programının neşeli, canlı ve hırslı sunucusu Angela ile kameraman Pablo, sıradan bir programı daha çekmekteler. Bu kez konuk oldukları yer Barcelona'nın itfaiye merkezlerinden biri. İtfaiyecilerin yaşamlarına şöyle bir sokuldukları çekimler sırasında Angela onlardan birine, "Aslında bir alarm çalsa, ama kimseye bir şeyin olmadığı bir yere, sırf heyecan olsun diye gidebilsek" diyor, bu birazdan gerçekleşecek bir dilek aslında ama Angela'nın istediği şartlarda değil ne yazık ki! Gerçekten de merkezin içinde sıkılır ve çekecek ilginç bir şeyler ararken, gelen telefon ihbarı üzerine, bir apartmanda çığlıkları duyulan yaşlı bir kadının kapısını açmaya ve kurtarmaya hazırlanan itfaiyecilerin yanında olay yerine hareket ederler. Geniş bir girişi olan eski bir apartmanın içinde, üst kattan gelen korkunç çığlıklara anlam vermeye çalışan apartman sakinleri tarafından karşılanırlar. Ayrıca olay yerine gelen polisler de itfaiye ekibine katılarak yaşlı kadını kurtarmak üzere merdivenlere yönelirler, tabii olayın hiçbir anını kaçırmak istemeyen ve ortaya çıkacak programla izlenme oranlarını altüst etmek isteyen Angela da. Ama yukarıda tanık oldukları olayın hemen ardından tüm binanın dış dünyayla -cep telefonları dahil- bağlantısının kesilip karantinaya alınmasıyla işin rengi yavaş yavaş değişir. Binanın etrafı örtülür, sağlık bakanlığı müfettişlerinin açıklamaları rahatlatıcı değildir. Yaşlı kadının kudurmuşcasına davranması ve iki kişiyi yaralaması; ne olduğu anlaşılamayan bir virüsten bahsedilmesi, apartmanın girişinde bekleşen sakinler arasında sabırsızlığa ve önüne geçilmez bir paniğe neden olur. Kapana kısılan herkes çıkış yolu aramaya çalışırken, nereden çıktığı yavaş yavaş aydınlanan "salgın" aralarında hızla yayılmaya başlar...

"Rec", İspanyol sinemasının korku türüne kazandırdığı iki gelecek vaat eden parlak yönetmenin işbirliğinden doğdu. Bu isimler Jaume Balaguero ve Paco Plaza. "Rec"ten önce ikili 2002 yılında "Ot: La Pelicula" adlı bir müzik belgeseli çekmişlerdi. Ama her ikisinin de asıl ilgi alanı korku ve gerilim. Bu janrı daha ileriye götürmeyi amaçlayan sinemacılar, basit hatta artık klişeleşmiş bir konudan yola çıksalar da, kendilerini özgü bir atmosfer yaratıp kendi anlatım tarzlarıyla farklı bir film çekmenin peşine düşmüşler.

(...)

"Rec"te seyirciyi filme bağlayan en önemli nokta, şüphesiz olup biten her şeyi, -yüzünü asla göremediğimizkameramanın gözünden izlememiz. Bu teknik akla en başta "Blair Cadısı", "Ölülerin Günlüğü" ya da "Cloverfield" gibi başarılı korku filmlerini getirse de, mesela "Kelebek ve Dalgıç" gibi bir dramda da seyirciyi sarsıp şaşırtabiliyor. Her ne kadar eski bir teknik olarak görülmeye başlansa da, ("Blair Cadısı" sonuçta 1999'da vizyona girmişti) Balaguero ve Plaza tekniği eskitmeden kullanmayı başarıyorlar. Kameraman Pablo'nun sürekli kayıttaki kamerası, büyüyen kaosa seyirciyi de katıyor. Filmin her karesine enjekte olan bu gerçeklik duygusu, izleyenin başta Pablo olmak üzere filmdeki hemen her karakterle özdeşleşerek aynı paniği yaşamasını ve olanlara kendini ister istemez kaptırmasını sağlıyor. Filmin çıkış noktası da bu zaten. İki yönetmen projenin en başında, bir korku filminde nelerden hoşlanıp nelerden hazzetmediklerini konuşurken, önemli olan noktanın filmin inandırıcılığı ve seyirciyi ikna edebilme gücü olduğunda birleşmişler. Ayrıca, senaryonun kronolojik sırayla çekilmesi, yani sahnelerin sırayla çekimi de filmin canlı ve inandırıcı olmasına yardımcı olmuş. Oyuncuların fazla tanınmayan, yüzü bilinmeyen isimlerden seçilmesi ve pek çok sahnenin doğaçlama çekilmesi de filmin gerçekliğine katkıda bulunmuş. Pek çok oyuncu, senaryoda tam olarak ne yazdığını bilmeden, tamamen o andaki doğal tepki ve diyaloglarıyla oynamışlar. Merdivenlerdeki koşuşturmalarda mesela, düşen oyuncu aynı gerçek hayatta başına geldiği gibi kalkıp kaçmaya -ya da kovalamaya!- devam etmiş. Başlangıçta sadece genel hikâyeden haberleri olan oyuncular, senaryonun ayrıntılarını çekimler esnasında öğrenmişler. Balaguero'ya göre film böylece kendi kendine büyüyen bir organizmaya dönüşmüş adeta. Ayrıca "Blair Cadısı" veya "Cannibal Holocaust"taki gibi "olayların ardından bulunan kamera kaydı" klişesine başvurmak yerine, seyirciyi kameramanla ve kameranın merceğiyle birleştirmeyi tercih etmiş.

Gücünü alengirli olmayan, basit yapısından, merak duygusunu hep istim üstünde tutan akıcılığından alan filmde, seyirciyi en fazla sarsan şey, sıradan insanların yaşadığı sıradan bir apartmanda, birkaç saatte işlerin zıvanadan çıkması oluyor. Çıkışsızlık, çaresizlik, ama gene de bir şekilde çözüm arayıp kurtulma umudu arasında çırpınan karakterleri fazla tanımıyoruz bile. Apartmanda yaşayanları yalnızca, Angela'nın ortalık henüz sakinken program için yaptığı kısa röportajlardan tanıyoruz. (Gerçi bu konuşmalar pek çok ipucuyla dolu. Salgının nereden çıktığı konusunda akıl yürüten yaşlılar, derilerinin altına sinmiş yabancı düşmanlığıyla Çinli kiracıları, tuhaf hatta çiğ şeyler yedikleri için suçlayabiliyorlar mesela.)

"Rec"in ayrıca kitle medyası ve televizyon üzerine de eleştirisi var. Gerçekliğe ulaşmamızda, özellikle televizyonların negatif etkisine dikkat çekmek isteyen yönetmen, "Dünyada olup bitenlere iletişim medyası karar veriyor" diyor. "Bizi neyin, ne kadar süre endişelendireceğine, neyle ilgilenmemiz gerektiğine ve neyin iyi ya da kötü olduğuna da. Bu açıdan film, televizyonun ahlaki sınırları ve kamerayla ne kadar ilerisini çekebileceğimizi, neyi ne kadar gösterebileceğimizi yansıtan bir yorum aynı zamanda."

Filmin finalinde seyirciyi beklemediği bir şekilde ters yöne yatırmayı amaçlayan yönetmenler, bir enfeksiyon filminden çok daha tuhaf bir şeyler söylemek istemişler. Başından sonuna adrenalin salgılatan filmin nabzı, finale doğru daha da şiddetle atmaya başlıyor ve tahmin etmesi güç bir sona ulaşıyor. Bu tempoyu tutturmak da ikilinin korku janrına olan hakimiyetinin bir sonucu kesinlikle. Filmin içerdiği şiddetin ve gösterilecek kanlı sahnelerin dozunu belirleyen şeyse, gene gerçeklik ve inandırıcılık çerçevesi olmuş.

(...)