kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
9 Kasım 2008, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak
 
24 Saat
24 Saat
Nevzat Yıldızer çocukluğunun dokuz yılını yetiştirme yurtlarında geçirdi ve devletin çocuk yetiştirmemesi gerektiğine inanıyor.

Yurtta kalmaktan hep utanç duydum

07.11.2008
NEVZAT Yıldızer beş yaşından 14 yaşına kadar yetiştirme yurtlarında kaldı. Şimdi Aydın'da yaşıyor ve geçimini boya-badana işleriyle sağlıyor. Şu anda evli ve üç çocuk babası olmasına rağmen, hayatının tamamını şekillendiren o yılları anlattığında hâlâ gözleri doluyor, dalıp dalıp gidiyor.
Yüzündeki, elindeki izler o günlerde yaşadığı şiddetin izler; Yıldızer'in 20 yıl öncesine dair iddiaları çok ağır, hatta bunun hâlâ sürdüğünü söyleyecek kadar da ısrarlı: "1984-1993 yılları arasında yetiştirme yurtlarında kaldım. 1989'a kadar Bitlis'te, 1993 yılına kadar da Muş'ta. Babam ölmüştü, annem başkasıyla evliydi, bana ve ağabeyime kimse bakmıyordu, dedem ikimizi de yetiştirme yurduna verdi. Yurda verildiğimde beş yaşımdaydım. Türkçe bilmiyordum, ortama yabancıydım. Sadece ilk gittiğimiz günü 'iyi' olarak hatırlıyorum, sonraki günlerde gerçek yüzleri ortaya çıkmaya başladı. Ben orada aklınıza gelen her kötülüğe tanık oldum, bir kısmını da bizzat yaşadım. İlk günlerde Konyalı bir hocamızın, bir çocuğu ikinci katın revir penceresinden attığını gördüm. Henüz beşaltı yaşındaydı ve düşmenin etkisiyle kulağı patlamıştı. Sonraki günlerde bizimle ilgilenmesi, sorunlarımızı dinlemesi gereken psikolog, kafama çatal sapladı. Aynı kişi yine bir gün beni dakikalarca döverken, elim oradaki cama geldi ve bütün elim kesildi.
Psikolog bize destek olmak yerine, yemek saatlerinde merdiven başında bekler, bizim tek sıra inmemizi sağlardı, sırayı bozanı tekmeyle basamaklardan aşağı atardı.
O zamanlar Muş Yetiştirme Yurdu'nda -ki daha sonra çocuk yuvasına dönüştürüldü- 10 yaş altı çocuklar ve 15 yaşın üstündekiler bir arada tutuluyordu. Çocuklar arasında tecavüz çok yaygındı.
Ama sadece çocuklar arasında değil, öğretmenler ve oradaki hademeler de özellikle kız çocuklarına tecavüz ediyordu.
Ben bir tecavüz girişiminden ağabeyim sayesinde kurtuldum. Muş Yetiştirme Yurdu'nun 1986 yılında müdürlüğünü yapan bir kadın yönetici vardı. Gece öğretmenlerle içki içer, alem yapar ve o sırada eğlence olsun diye öğrenci döverdi. Kaşımın üstündeki izler, onun bir gece dayağının ürünüdür. Yurtta yaşam askerlik gibiydi, o yüzden askere giderken hiç zorlanmadım, hatta bana çok hafif geldi. Yurtta sabah 06.00'da kaldırırlardı, kahvaltıdan önce mıntıka temizliği yapmak zorundaydık, kahvaltıdan sonra öğrenci olanlar okullarına gider, geri kalanlar bulaşıkları yıkar, yemekhaneyi temizler, yurdu paspaslardı.

BEŞ DAKİKALIK BANYO SÜRESİ

Akşamları okuldan çıkar, yaya olarak yurda dönerdik, servis olmadığı için bazen gecikirdik. Geç kaldığımızda hortumla, zincirle döverlerdi.
Banyo günlerinde, yıkanmak için bize beş dakika süre tanırlardı. O yüzden hepimiz bitlenirdik. Hayırseverler bize giyecek, yiyecek getirirlerdi ama bize asla verilmezdi. Sadece vali, komutan gibi yetkili birileri geldiği zaman bize temiz elbiseler giydirirler, onlar gidince çıkarırlardı.
Yetiştirme yurduna gelen malzemeleri yurt yöneticileri satıp, gelir elde ederlerdi.
Ayağından sakat bir hocamız vardı, o adamın yaptığı işkenceleri sağlam insan yapmazdı.
Çocukları Filistin askısına çeker, öyle döverdi. Bu çocuklardan Davut adlı bir arkadaşımız, dayak yemekten akli dengesini yitirdi ve Elazığ'daki hastaneye yatırıldı.
Yurtta şiddetin yanı sıra çeteleşme had safhadaydı ve idare buna göz yumuyordu. O yıllar içinde sadece Fatma adlı bir görevlinin çocuklara iyi davrandığını hatırlıyorum, o da iki yıl sonra Bornova'ya tayin oldu. Bize anne şefkatiyle yaklaşan tek kişiydi, hepimiz ona 'anne' derdik. Diğerleri bize banyo yaptırdığında sıcak suyla haşlar, kafamıza tasla vurur ya da hortumla döverdi, o bize bir fiske bile vurmadı.
Yurtlarda her çocuğa devletin verdiği bir harçlık olurdu, bize o harçlığın hep yarısı verilirdi. Benim sünnetim yedi arkadaşımla birlikte Muş Polisevi'nde olmuştu, hatta Turgut Özal da katılmıştı sünnetimize. Bizim adımıza bir banka hesabı açılıp, oraya para yatırılmıştı, o hesaba hiç ulaşamadık.
Kaldığım yıllar boyunca sadece bir kez Özal'ın cumhurbaşkanlığı döneminde denetim yapıldığını gördüm. İki müfettiş geldi, biz bütün şikâyetlerimizi anlattık, o gidip isimlerimizi idareye vermiş. Tam o dönemde bizi zorla İmam Hatip Lisesi'ne kaydetmişlerdi. Hem bu nedenle hem de İmam Hatip'e gitmek istemediğimiz için 38 arkadaşımla beraber yurttan atıldık, üstelik nüfus cüzdanlarımız bile verilmeden.
1992'nin soğuk bir kış ayında henüz 13 yaşındayken kendimi sokakta buldum, Erciş'teki amcamın yanına gittim, o da yurttan atıldığım için beni dövdü. Kendi başıma İzmir'e gittim, orada inşaatlarda yatıp kalktım, boyacılık öğrendim. Sonra Aydın'a geçtim, dayılarım orada yaşıyormuş, onları buldum ve hayatımda ilk kez annemi gördüm. Biliyor musunuz ben annemi bütün hayatım boyunca sadece 20 gün gördüm, sonra da öldü zaten.

ÇOCUKLAR AİLELERE VERİLMELİ
Yurtlardaki en önemli sorun, çalışanların eğitimsiz olması. Bence oradaki çocuklar devlet eliyle yetiştirilmemeli, ailelere verilmeli. Çok açık ki, devlet bu işi yapamıyor ve bir sürü çocuksuz aile var.
Böyle bir şey yaparsa hem aileler çocuk sahibi olur, hem de çocuklar şefkatle büyür.
Üstelik bunu yaparken de devlet ailelere maddi destek olabilir, hatta bunu yurtlara ayırdığı bütçenin çok azıyla yapabilir.
Yetiştirme yurdunda büyümek hayatımı allak bullak etti. Eğer bir yetiştirme yurdunda büyüdüysen, olmasan da toplum sana 'piç' gözüyle bakar, seni dışlar, arkadaşlık kurmaz, iş bile vermez. Yurtta büyüyen hiçbir çocuk büyüdüğünde fazla arkadaş edinemez, asla cıvıl cıvıl bir insan olamaz.
Bundan sekiz sene önce intihar etmeyi düşündüm, çünkü yaşadıklarımın ağırlığı gün geçtikçe beni daha çok ezmeye başlamıştı. Çocuk sahibi oldum ama çocuklarıma baba şefkati gösteremedim, çünkü hiç sevgi görmemiştim ve bunun nasıl verileceğini bilmiyordum. Bazen kendi yaşadığım şiddeti sık olmasa da çocuklarıma yaşattığımı fark ettim. Biz bunları 20 sene önce yaşadık ama yurtlarda hâlâ aynı şeyler oluyor, her yıl bir skandal görüntüsüyle yer yerinden oynuyor, çünkü zihniyet değişmiyor. Devlet yurtlarda kendi eliyle suçlu yetiştiriyor."