kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
20 Ekim 2008, Pazartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
ÜLKÜ TAMER

94 yaşında ihtiyarlamadan öldü

Bir ölüm daha. Tanıdığım en genç şair, Dağlarca öldü. Onu okumaya başladığımda 15 yaşındaydım sanırım. Tanıştığımızda, Dağlarca 40'ındaydı. O kadar yıl içinde hep genç kaldı. Yaşama bakışıyla, şiiriyle, beyniyle hep dipdiriydi. 94 yaşında gencecik öldü.
Kimi anılarımı aktarmak istiyorum. Şiirinden söz etmeyeceğim Dağlarca'nın. Ne diyebilirim ki onun şiiri için. Bir anıttı Dağlarca. Yazdığı her yılda bir şairin ömrüne yetecek yapıtlar üretti.
Onu tanıdığımda lise öğrencisiydim. Şiirlerini biliyordum elbet. Çocuk ve Allah başucu kitaplarım arasındaydı. Varlık'ın yeni sayısını elime alınca, önce onun, Necatigil'in, Külebi'nin şiirlerini arardım.
Okulda İzlerimiz adlı bir edebiyat yıllığı yayımlanırdı. 1956 sayısı çıkınca Dağlarca'ya götürdük arkadaşlarla. Çiçeği burnunda yazarlardık. Ünlü şairimiz bakalım ne diyecekti yazdıklarımıza.
Dağlarca önce tepeden tırnağa süzdü bizi. Yıllığı açtı. Ön kapağın içine adlarımızı yazdı. "Bunu şimdi okumayacağım," dedi. "On yıl sonra bakacağım. Hangileriniz yazmayı sürdürüyor, göreceğim."
Biraz hayal kırıklığı içinde okula döndük. Dağlarca on yıl sonra dönüp İzlerimiz'in o sayısına baktı mı, bakmadı mı, bilmiyorum. Sormadım da kendisine. Ama 1966'ya gelindiğinde, sadece Anıl'la ben yazmayı sürdürüyorduk. Dağlarca'yla da dost olmuştuk.
En sevdiğim dizelerden "Sen benim çocuğum nerdesin / Aşka ve cesarete gitmiş" in şairi, bir ara benden çok daktilomla ilgilendi. Eski bir daktiloydu bu. Erika. Benimle yaşıttı. Yayınevi yöneticiliğim sırasında masamın üstünde duruyordu hep. Ne yazsam onunla yazıyordum. Bir gelişinde sordu. Anlattım. "Babamındı bu," dedim. "Ben ilkokul ikinci sınıfa giderken babam yeni bir daktilo aldı yazıhaneye. Bunu da eve getirdi. Bana verdi. O gün kullanmaya başladım. Hala kullanıyorum. Bir kere bile onarım görmedi."
Babamın adını sordu Dağlarca. Söyledim.
"Küçük bir plaket yaptıracağım," dedi. "Üstüne 'Tahsin Tamer' yazdırıp bu daktilonun kenarına yapıştıracağım."
Yayınevine her gelişinde bu sözünü hatırladı. Erika'nın üstünde "Tahsin Tamer" yazısı hala yok. Ama ona gözüm ne zaman ilişse Dağlarca'yı hatırlayacağım artık.
Değişmez önyargıları vardı Dağlarca'nın. Sözgelimi, doktorlara hiç mi hiç güvenmezdi. Bir gün işyerinde böbrek sancıları içinde kıvranıyordum. Beni o durumda görünce, "Kaytarmaca yok, bugün doktora gideceksin," dedi.
"Öğleden sonra gideceğim zaten," dedim. "Gürbüz Barlas'ı aradım. Bekliyor."
"Yarın bu saatte geleceğim. Gidip gitmediğini öğreneceğim," dedi.
Sevgili Gürbüz ağabeye gittim. Böbrekte taş vardı yine.
Ertesi gün geldi Dağlarca.
"Gittin mi doktora?" diye sordu.
"Gittim."
"Ne dedi?"
"Taş varmış. Pek önemli değilmiş. Bol bol su içmemi, bir de çok hareket etmemi söyledi."
"Bunlar bir şeyden anlamaz!" diye bağırdı. "Öyle şey mi olurmuş! Sen onun dediklerine aldırma. Benim söylediklerimi yap."
"Ne yapayım?"
"İçebildiğin kadar su iç. Bir de bol bol hareket et. "
Doktorlara o kadar güvenmiyordu ki, nasıl olsa palavra atmışlardır diye benim söylediklerimi dinlememişti bile.
Dağlarca'nın içki sevgisi bilinirdi. Ama tanıdığım bazı içkiciler gibi değildi üstad. İki kadehten sonra kimsenin kafasını gözünü patlatmaya kalkışmazdı. Keyifle içer, aynı keyfi çevresindekilere de saçardı.
Bir gün gülerek geldi yayınevine.
"Romatizmama çare buldum," dedi. "Harika bir ilaç keşfettim."
"Nedir?" diye sordum.
"Büyük bir şişe votka alacaksın," dedi. "İçine bir aspirin atıp şişeyi kapatacaksın. Üstüne de o günün tarihini yazıp rafa kaldıracaksın. Ertesi gün bir şişe votka daha. Onun içine de bir aspirin. Tarih. Onu da kaldıracaksın. Bu böyle sürecek."
"Sonra?"
"Aradan yirmi bir gün geçince, ilk şişe votkayı alıp içeceksin. Her gün bir şişe. Gör bak, romatizma filan kalmıyor."
"Üstad," dedim, "bu düpedüz içki. İlaç değil ki."
"Senin aklın ermez," dedi Dağlarca. "O tek aspirin votkayı ilaca çeviriyor."
Üsteledim. "İlaç diye içki içiyorsunuz siz."
Dağlarca kızdı:
"Aspirinli içkiyi ne yapayım! İçkimi daha sonra adam gibi içiyorum!"
Dağlarca'yla asıl renkli, keyifli anılarım yurtdışında katıldığımız şenliklerle ilgili. İzninizle onları da gelecek hafta aktarayım.