kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 15 Mart 2008, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC

AK Parti hakkındaki iddianameden

AA
Yeni Haber
İLİŞKİLİ HABERLER
AK Parti hakkındaki iddianameden
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın, ''laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği'' iddiasıyla AK Parti'nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi'nde açtığı davanın iddianamesinde, ''Türkiye'de siyasal İslam, yalnızca kişi ile Tanrı arasındaki alanla sınırlı kalmayarak, devlet ve toplum kurallarını da düzenleme iddiasındadır. Siyasal İslam'ın temel düsturu şeriattır'' denildi.

İddianamede, ''laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna gelmek'' olarak isimlendiren kapatma nedeninin, Anayasa'nın 69. maddesinin (6) fıkrası yoluyla, 68. maddesinin (4) fıkrasında düzenlenmiş bulunduğu belirtilen iddianamede, laikliğin, ''Orta Çağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü, bilimin aydınlığı ile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışının, uluslaşmanın, bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli olan bir uygar yaşam biçimi'' olduğu kaydedildi.

Laik düzende dinin, siyasallaşmadan kurtarılarak, yönetim aracı olmaktan çıkarılıp, gerçek ve saygın yerinden tutularak kişilerin vicdanlarına bırakıldığı vurgulanan iddianamede, ''Laik devlet düzeninde kamusal düzenlemelerin kaynağı dini kurallar olamaz ve bu düzenlemelerin dini kurallara göre yapılması düşünülemez'' denildi.

İddianamede, Türkiye'de laiklik ilkesinin uygulanmasının, kimi batılı ülkelerdeki laiklik uygulamalarından farklı olduğu, laiklik ilkesinin, her ülkenin içinde bulunduğu koşullarla her dinin özelliklerinden esinlenmesi ve buna göre değişik nitelikleri ve uygulamaları ortaya çıkarmasının doğal olduğu ifade edildi.

İddianamede, tarihsel gelişiminin farklılığı nedeniyle Türkiye için ayrı bir özellik taşıyan laiklik, Anayasa ile benimsenen ve korunan bir ilke olduğuna işaret edilerek, ''Bu bağlamda Türkiye'deki siyasal İslamı esas alan partiler ile Avrupa'daki Hristiyan Demokrat Partiler arasında hiçbir benzerlik bulunmamaktadır. Türkiye'de siyasal İslam, yalnızca kişi ile Tanrı arasındaki alanla sınırlı kalmayarak, devlet ve toplum kurallarını da düzenleme iddiasındadır. Siyasal İslam'ın temel düsturu şeriattır'' denildi.

''LAİKLİK İLKESİNİN İÇİNİ BOŞALTMAYA YÖNELİK EYLEMLER...''

Türkiye Cumhuriyeti yönünden olmazsa olmaz değer taşıyan laiklik ilkesini korumak amacıyla getirilen düzenlemelere, siyasi partilerin uymak, hatta laikliği pekiştirici iş ve işlemlerde bulunmak durumunda oldukları vurgulanan iddianamede, siyasi partilerin Anayasa'da tarif edilen laiklik ilkesinin içeriğini boşaltmaya, değiştirmeye yönelik düşünce açıklamaları, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, ulus egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemlerde bulunmaları, yine herhangi bir tür diktatörlüğü/totalitarizmi savunarak, bu çerçevede suç işlenmesini özendirmelerinin de temelde laikliğe aykırılık oluşturduğu kaydedildi.

İddianamede, bir siyasi partinin laikliğe aykırı eylemlerin odağı olmasının, Anayasa'nın 69. maddesinin (6) fıkrası ve Siyasi Partiler Yasası'nın (SPY) 101. maddesi gereğince, kapatma nedeni olduğu anımsatıldı.

Laiklik kavramının, Avrupa kamu düzeni içerisinde de koruma gördüğüne, bu bağlamda şeriatın da Avrupa kamu düzeniyle bağdaşmadığı görüşüne yer verilen iddianamede, ''Avrupa kamu düzeni içerisinde yer alan Türkiye yönünden, açıklanan kapatma nedeni, hem bu bütünün parçası olmasının hem de ayrıca kendi hukuk düzeninin bir gereğidir'' denildi.

AK Parti'nin 14 Ağustos 2001 tarihinde tüzel kişilik kazandığı, 03 Kasım 2002 ve 22 Temmuz 2007 milletvekili genel seçimlerinde Parlamento'da çoğunluğunu elde ederek tek başına iktidar olduğu anımsatılan iddianamede, AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın daha önce Refah Partisi'nde siyaset yaptığı, bu parti listesinden beş yıl süre için 1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiği ancak 06 Aralık 1997 tarihinde Siirt'te yaptığı konuşma nedeniyle ''halkı din ayrımı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek suçundan'' 10 ay hapis cezasına mahkum edildiği ve bu mahkumiyeti nedeniyle SPY 11. maddesi gereğince siyasi parti kurucusu (veya üyesi) olmasına yasal engel bulunmasına rağmen, AK Parti'nin kurucu üyesi olduğu daha sonra da partinin genel başkanı seçildiği anlatıldı.

Bu durumun yasal olarak olanaksızlığı karşısında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, Erdoğan'ın parti kurucu üyesi olamayacağının belirtilerek mevcut aykırılığın giderilmesi konusunda partiye ihtar kararı verildiğini belirtilen iddianamede, ihtar kararında öngörülen 6 aylık süre içerisinde aykırılık giderilmediğinden, AK Parti hakkında 23 Ekim 2002 tarihinde kapatma davası açıldığı kaydedildi.

İddianamede, yasalarda ve Anayasa'da değişiklikler yapılarak Erdoğan hakkındaki söz konusu mevzuat engellerinin ortadan kaldırıldığı ifade edilerek, açılan ilk kapatma davasının kararının halen açıklanmamış olsa bile yasa değişikliği ile bu davaya konu SPY'nin 104. maddesindeki yaptırımın ''devlet yardımından yoksunluğa'' dönüştürüldüğü belirtildi.

Erdoğan'ın, AK Parti kurulmadan önce, ''laikliğe aykırı eylemlerin odağı oldukları'' için Anayasa Mahkemesi'nce 1998 yılında kapatılan Refah Partisi ve 2001 yılında kapatılan Fazilet Partisi'nde de siyaset yaptığı anımsatılan iddianamede, Erdoğan'ın, ara seçimde milletvekili seçilmesinin üzerine 14 Mart 2003 tarihinde kurulan 59. ve daha sonra kurulan 60. hükümetlerde Başbakanlık görevini üstlendiği anlatıldı.

İddianamede, Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, Mehmet Ali Şahin, Abdülkadir Aksu, Ali Coşkun ve Zeki Ergezen'in de daha önce Refah Partisi ve Fazilet Partisi'nde, Cemil Çiçek ve Vecdi Gönül'ün de Fazilet Partisi'nde siyaset yaptığı hatırlatıldı.

22. dönemde TBMM Başkanı olan Bülent Arınç'ın daha önce Refah ve Fazilet Partisi'nde, eski TBMM Başkanvekillerinden İsmail Alptekin'in de daha önce Fazilet Partisi kurucu genel başkanlığı görevinde bulunduğu kaydedilen iddianamede, ''laikliğe aykırı eylemleri'' nedeniyle 1997 yılında Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğü görevinden alınan Beşir Atalay'ın ise 58. ve 59. hükümette Devlet Bakanı, 60. hükümette de İçişleri Bakanı olarak görev aldığı ifade edildi.

Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde, aynı belediyenin şirketleri olan İDO Genel Müdürü Binali Yıldırım'ın Ulaştırma Bakanı, İGDAŞ yönetim kurulu üyesi Hilmi Güler'in de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, yine aynı belediyenin Veteriner İşleri Müdürü Mehdi Eker'in Tarım ve Köyişleri Bakanı olarak görev aldığı belirtilen iddianamede, TBMM Başkanvekili Nevzat Pakdil'in de Erdoğan'ın belediye başkanı olduğu dönemde belediyeye bağlı İETT Genel Müdürlüğü görevinde bulunduğu kaydedildi.

Milletvekilleri, örgütler, yerel yönetimler ve üyeler bağlamında AK Parti'de halen siyaset yapanların, geçmişte siyaset yaptıkları partiler sıralamasında Refah Partisi ve Fazilet Partisi'nin ilk sırada yer aldığına işaret edilen iddianamede, ''AK Parti'nin tüzük ve programı incelendiğinde, soyut metinlerde hedeflenen laiklik karşıtı modele yönelik hükümlerin yer almadığı görülmektedir. Ancak davalı parti, laiklik karşıtı eylem ve söylemleriyle yasalara ve Anayasa'ya aykırı olarak tüzük ve programının ötesine geçmiştir'' görüşü savunuldu.

71 KİŞİYE SİYASİ YASAK İSTENDİ

İddianamede, davalı partinin ''laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi'' ile ilgili fiil ve beyanları bulunduğu Anayasa Mahkemesi'nce tespit edilecek kurucular dahil 71 kişiye Anayasa'nın 69. maddesine göre siyasi yasak istendi.

Anayasa'nın 69. maddesine göre, kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından sonra başlamak üzere bu kişiler 5 yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamayacaklar. İddianamede, siyasi yasak istenenler şöyle sıralandı:

''Recep Tayip Erdoğan, Bülent Arınç, Abdullah Gül, Hüseyin Çelik, Ömer Dinçer, Fahri Keskin, Burhan Kuzu, Eyüp Fatsa, Nihat Eri, Eyüp Sanay, Tayyar Altıkulaç, Ömer Özyılmaz, Sadullah Ergin, Cavit Torun, Asım Aykan, İrfan Gündüz, Mehmet Çiçek, İdris Naim Şahin, Binali Yıldırım, Akif Gülle, Hasan Kara, Fehmi Hüsrev Kutlu, Musa Uzunkaya, Mehmet Aydın, Güldal Akşit, Ersönmez Yarbay, Ahmet Faruk Ünsal, Mehmet Elkatmış, Abdullah Çalışkan, Nihat Ergün, Bülent Gedikli, Egemen Bağış, Resul Tosun, Hayati Yazıcı, Sadık Yakut, Abdurrahman Kurt, Muzaffer Külcü, Selami Uzun, Fatma Seniha Nükhet Hotar Göksel, Dengir Mir Mehmet Fırat, Mehmet Zafer Üskül, Hüseyin Tuğcu, Mehmet Cemal Öztaylan, Hüsnü Tuna, Fatma Şahin, Muzaffer Gülyurt, Muhyettin Aksak, Bekir Bozdağ, Nurettin Canikli, Mustafa Elitaş, Recep Akdağ, Cevdet Erdöl, Hüseyin Tanrıverdi, Ayşe Böhürler, Hasan Cüneyt Zapsu, Hasan Balaman, Ali Uğurlu, Kamil Ünal, Mustafa Burna, Ali Tekin, Süleyman Kaldırım, Mustafa Tarlacı, Ayşe Yüreklitürk, Ahmet Genç, Mehmet Demirci, Ahmet Misbah Demircan, Hüseyin Turan, İbrahim Karaosmanoğlu, Alaaddin Yılmaz, İbrahim Halıcı, Ahmet Şükrü Kılıç.''

İddianamede, ''Laik devlet yapısını değiştirerek yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasa dışı örgüt kurup bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunmak suçundan hakkında dava açılan Fetullah Gülen isimli tarikat liderinin yurt dışında kurduğu okullar bir ticari şirket olarak değerlendirilip temas ve işbirliği yapılması, Abdullah Gül'ün Dışişleri Bakanı olduğu dönemde Bakanlığın genelgesi ile Büyükelçiliklerimizden istenmiştir'' denildi.

İddianamede, Dışişleri Bakanlığı'nın, Büyükelçiliklere gönderdiği bir başka genelge ile de; ''Milli Görüş örgütlenmesinin, Genelkurmay Harekat Başkanlığınca düzenlenen raporda, 'şer'i esaslara dayalı devlet düzeni kurmayı amaçladığının' belirtilmesine ve Almanya ile imzalanan Güvenlik İşbirliği Anlaşması'nda Avrupa Milli Görüş Teşkilatı'ndan 'köktenci terör örgütü' olarak söz edilmesine rağmen, bu teşkilat mensuplarının yurt dışındaki vatandaşların sorunları ve milli konularda dış temsilciliklerce gerçekleştirilen faaliyetlere katkıda bulundukları belirtilerek bu örgütle temas ve işbirliği kurulmasının istenildiği'' belirtildi.

Gül'ün yine Dışişleri Bakanlığı döneminde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, ''AİHM'nin türban kararını din alimlerinden görüş almadan vermesini eleştirdiği'' açıklamasıyla ilgili ''...Mademki din ve inançlarla ilgili konular söz konusu, o zaman din bilginlerinden de görüş almak gerekir şeklinde düşüncelerini paylaşmış arkadaşlarla. Bunu farklı mecralara çekmenin bir anlamı yok'' dediği aktarılan iddianamede, Gül'ün aynı dönemde ayrıca, ''Avrupa Birliği İlerleme Raporu'nun demokrasi ve insan hakları alanlarındaki sorunlar listesinde türban yasağının dahil edilmemesini eleştirdiği'' kaydedildi.

''GÜNÜ GELDİĞİNDE BUNLARIN HEPSİ KALKACAK''

Gül'ün, ''türban yasağının AB insan hakları standartları içinde bulunmayan bir yasak olduğunu ve günü geldiğinde bu yasağın Türkiye'de kalkacağından şüphe duymadığını'' belirterek, raporda türban konusuna yer verilmemesiyle ilgili ''Tabii ki bunlar AB insan hakları standartları içinde olmayan yasaklardır. Günü geldiğinde bunların hepsi kalkacak Türkiye'de'' şeklindeki beyanları da laik devlet ilkesine aykırı olduğu savunuldu.

AİHM'de görüşülen Leyla Şahin davasında hükümet adına Abdullah Gül'ün başında bulunduğu Dışişleri Bakanlığı kanalıyla gönderilen yazılı savunmada, ''Türkiye'nin laiklik ilkesi, çağdaş eğitim konusundaki tutumu, çağdaş eğitim ilkeleri, yasal düzenlemeler ve mahkemelerin aldığı kararlara yer verilerek, Türkiye'de Anayasa'nın, din istismarını yasakladığı, türbanın üniversitelerde laik eğitimle çeliştiği ve bağdaşmadığı, gericiliği teşvik ettiği gerekçesiyle, türban yasağının Anayasa'ya uygun olduğunun'' vurgulandığı belirtilen iddianamede, 2003 yılı Kasım ayında da ''türbanın gericiliği teşvik ettiği, çağdaşlaşma yolunda geri adım olduğu, laik eğitim ilkesine ters düştüğü, siyasilerce şeriat bayraktarlığı için siyasi amaçlı kullanıldığı'' gerekçelerini içeren ek savunmanın gönderildiği anımsatıldı. İddianamede, ''Hükümet adına gönderilen ek savunmadan bir ay sonra Aralık 2003 başında haberdar olan ve ek savunmadaki ifadeleri öğrenen Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün kendisini ve partisini zor durumda bırakacak ek savunmayı geri çekilmesini istemesi üzerine Türkiye'nin 10 Aralık'ta AİHM'e başvurarak ek savunmasından vazgeçtiğini, belgeyi geri çektiğini bildirdiği'' ileri sürüldü.

Gül'ün, konuyla ilgili ''...Hükümetimiz adına yeni bir savunma mevcut değildir. Kaldı ki, hükümetimizin konuyla ilgili tutumunun yasaklama yerine özgürlükten yana olduğu bütün kamuoyunca bilinmektedir'' dediği de aktarıldı.

İddianamede, Abdullah Gül'ün Dışişleri Bakanlığı döneminde farklı tarihlerde türbanla ilgili yaptığı bazı konuşmalarda ''laik devlet ilkesine'' aykırı olduğu ileri sürüldü. İddianamede, bu konuşma şöyle yer aldı:

''...Düşünsenize ben toplumda hak ve özgürlüklerin gelişmesi için bu kadar mücadele vermişim, sonra da hayattaki en yakınım olan eşimin hakları için mücadele etmemem istenecek, böyle bir şey olabilir mi? Adalet ve Kalkınma Partisi olarak türban konusunu biz fikir ve ifade özgürlüğü kapsamında görüyoruz ve değerlendiriyoruz. İsteyen başını örter, isteyen de örtmez, örten de nasıl örteceğine karar verir.Ben bu türban konusunda en zor konumdaki insanlardan bir tanesiyim. Bu İnsan Hakları Mahkemesi'ndeki Leyla Şahin davası sürecinde de daha net olarak ortaya çıktı. Ben devletin görüşünü ve var olan kanunları savunmak zorundayım, bu yüzden vicdanım ile devlet işleri arasında sıkışıp kalıyorum...

...Bu tip yasaklarla Türkiye'nin bir yere gitmesi mümkün değildir. Türkiye'de azınlıkların dini hakları, özgürlükleri söz konusu olurken, çoğunluğun hak ve hukukuyla ilgili konularda eğer kısıtlamalar varsa, bunlar savunulacak işler değildir. Muhakkak ki bunların bir süresi vardır... Hükümet yasakları kaldırmakta kararlıdır.

...Türkiye'de kadınların yüzde 70'e yakını başörtüsü kullanırken, hala üniversitelerde, birçok yerlerde ne yazık ki sıkıntılar var. Ama bunları kesinlikle unutmuş değiliz, bunu açık söyleyeyim...Bunlar Türkiye'ye yakışmayan yasaklardır...İsteyen başını açar, isteyen örter bu bireysel bir özgürlüktür. Bir problem varsa, çözülecektir. Gittiğim yerlere eşimle davet ediliyorum. Zirve toplantıları da dahil, en ufak protokol sıkıntısı çekiyor değilim. Eşime uygulanacak protokol ne ise o uygulanıyor. En ufak bir sıkıntı görülmüyor. Milli Eğitim Bakanlığımız'ın bu adaletsizlikleri (katsayı) gidermeye yönelik çalışmaları var, tahmin ediyorum bu uygulamalar bu yıl geçerli olacak. Bir Anayasa değişikliği olmadan YÖK'te reformları gerçekleştirmek mümkün değil. Türkiye'nin her tarafında reformlar olurken, 'Üniversite dokunulamaz, YÖK dokunulamaz' demek çok mantıksız, kabul edilemez bir şey.''

DANIŞTAY'IN TÜRBAN KARARI

Abdullah Gül'ün, Danıştay 2. Dairesi'nin, öğretmen Aytaç Kılınç'a ilişkin kararıyla ilgili söylediği şu sözler de iddianamede yer aldı:

''Doğrusu bunu kaygıyla karşılıyorum ve hayretler içinde kaldık. Türkiye'nin giderek demokratikleşme eğilimine ters bir davranıştır bu. Bu yaklaşımın altında negatif özgürlükler anlayışı vardır. Bu anlayış bildiğiniz gibi otoriter, diktatör rejimlerin felsefesidir. Halbuki Türkiye giderek demokratikleşen, bireyin, toplumun haklarının daha da genişletilmesine doğru bir yöneliş içindedir. Bu, Türkiye'nin yönelişine ters bir karardır... Bizim anlayışımız hep pozitif özgürlüklerden yanadır. Bu açıdan kararı yanlış ve tehlikeli görüyorum...Çünkü böyle bir yaklaşımla giderek, yarın oruç tutan bir öğretmeni bile, (öğreniciye yanlış örnek oluyor) diye suçlarsınız. Çünkü görebildiğim kadarıyla bu karar dini bir vecibeyi yanlış bir örnek olarak gösteriyor. Bunlar çok tehlikeli ve yanlış şeylerdir, umut ederim ki düzelir.''

ARINÇ'IN DEMEÇLERİ

İddianamede, eski TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın, TBMM Başkanlığı yaptığı dönemdeki ''laik devlet ilkesine aykırı eylem ve demeçleri'', 16 başlık altında sıralandı.

''Girişim'' dergisinde hem kendi ismi ve hem de ''Mir Mahmut Rıza'' adıyla Cumhuriyet karşıtı yazıları yayımlanan Kemal Öztürk'ün, TBMM Başkanı Bülent Arınç tarafından 2003 yılında ''İletişim Danışmanlığı'' görevine getirildiği belirtilen iddianamede, Arınç'ın, kamusal alan ile ilgili söylediği sözlere yer verildi. Arınç'ın, ''Anayasa ve kanunlarda 'kamusal alan' diye açıkça tarif edilmiş hiçbir şeyin bulunmadığını... Anayasa'da olmayan, bir kanun içerisinde yer almayan bir kavramı kimse kendi düşüncesiyle böyle olmalıdır diye kural olarak koyamaz ve dayatamaz... Anayasa'yı yapan kurum Meclis'tir. Başka hiçbir kimse yasama yetkisini paylaşamaz'' dediği ifade edildi.

Arınç'ın, ''...Bu Anayasa Mahkemesi'ni Meclis'te yapacağım bir Anayasa değişikliğiyle kaldırabilir miyim? Kaldırabilirim... Yüce Divan yetkisini alabilirim...'' şeklindeki sözlerine de yer verilen iddianamede, Arınç'ın, Başkanlığını yaptığı TBMM'nin mescidinde Kur'an-ı Kerim kursu açıldığının yazılı basında yer aldığı kaydedildi.

İddianamede, Arınç'ın, TBMM'nin açılışının 86. yıl dönümünde özel gündemle toplanan Genel Kurul'da yaptığı laiklikle ilgili şu konuşması da ''laik devlet'' ilkesine aykırı olduğu savunuldu. Arınç'ın bu konuşması iddianamede şöyle yer aldı:

''...Tartışmaların odağında yer alan ve neredeyse tüm fikir ayrılıklarının gelip dayandığı bir başka konu da laiklik ilkesidir. Açıkça belirtmeliyim ki, Anayasa'mızın değiştirilemez maddesi olan laiklik ilkesine, Türkiye'de karşı çıkan kimse yoktur. Bütün tartışmalar laiklik ilkesinin farklı yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Bu yorum farkı nedeniyle kamusal alanda her dönemde farklı uygulamalar yapılmış ve tartışma yaşanmıştır...

Devlet kamusal alanda herkes için geçerli olan hakları bir kesime yasaklayamaz ya da sınırlayamaz. Buradan hareketle laiklik ilkesinin yorum farklılığını gündeme getirmek gerekir...

Devlet, dini inançların yaşamasını teminat altına alması gerekirken, tam tersine kamusal alanda bazı inançların yaşam hakkını, ifade hürriyetini kısıtlamaktadır. Bunu da laiklik adına yapmaktadır ki, siyaset bilimi açısından büyük bir çelişkidir. Bu çelişki yıllardır Türkiye'nin iç huzurunu zedelemekte ve bitmez tükenmez sorunları beraberinde getirmektedir. Aydınların, siyasetçilerin ve akademisyenlerin hep birlikte çözmesi gereken yorum farkından kaynaklanan işte bu çelişkidir.''

Arınç'ın, bu konuşmasıyla ilgili sorulara verdiği ''...Toplumsal barış projemizi gerçekleştirmek zorundayız. Bunun gerçekleşebilmesi için bazı konularda el birliği yapmamız gerekir. Bu laikliğin yorumlanmasıdır...Laiklikten ne anladığınızı ortaya koymalısınız. Katı laiklik uygulamasıyla insanlara sosyal hayatı bir cezaevine çevirecek anlayışlar ne kadar zararlıysa, laikliği bir barış ve özgürlük, din ve vicdan hürriyeti olarak tanımak ve insanların inançlarına müdahale etmemek de o kadar toplumsal barışa hizmet edecektir'' şeklindeki yanıtlar da iddianamede yer aldı.

LAİKLİKLE İLGİLİ SÖZLERİ

Arınç'ın ayrıca, ''Anayasanın hiçbir yerinde, 'laiklik şu anlama gelir' şeklinde bir madde yok'' dediği, ''Laikliğin, devletin, Cumhuriyetin bir vasfı olduğunu, insanların laiklik vasfının olmadığını'' ifade ettiği belirtilen iddianamede, ''...Biz burada laikliği din ve vicdan özgürlüğü olarak anlayabiliriz... Yargıtay içtihatlarında 1985'e kadar katı laiklik anlayışı vardır. Bu tarihten sonra katı laiklikten ayrılmıştır.

Bir içtihatta der ki: 'Laikliğe iman etmek mecburiyetinde değilsiniz.' Bugün 'dini ibadetler bile yasaklanabilir' anlayışını kabul etmiyorum. Bir bayanın başındaki örtüsünü sokakta bile giyemeyeceğini, taşıdığı kamusal görev sebebiyle yasaklayan bir anlayışın, dünyanın hiçbir ülkesinde olmadığını düşünüyorum... Kamusal alanı devletin hizmet verdiği alanlar olarak sınırlamaya sokamazsınız...'' şeklindeki beyanları da yer aldı.

İddianamede ayrıca, Arınç'ın yaptığı bir başka konuşmada, ''Siz ifade özgürlüğüne tam sahip değilseniz, kapatılmamak için, önünüze engeller çıkmaması, iktidara giderken bir takoza ayağınız takılıp da düşmemek için yalan söylemeye, samimiyetsiz davranmaya, takiye yapmaya mecbursunuz'' ve ''...Meclisimizin sivil, dindar, demokrat bir Cumhurbaşkanı seçecek olmasına yine itiraz ediliyor... Bu tanım kim ne derse desin, Türk milletinin kendi öz Cumhurbaşkanı tanımıdır'' şeklindeki sözlerine yer verildi.

TÜRBAN

İddianamede, Arınç'ın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) Leyla Şahin hakkındaki kararıyla ilgili söylediği, ''...AİHM'in bu kararının hukuki anlamda Türkiye için bağlayıcı olmadığını, yasaklılığı savunmadığını, bu yasakların kaldırılması halinde de kendisinin herhangi bir kısıtlayıcı madde getirmeyeceğini düşünüyorum. Bu karar sebebiyle Avrupa ya da ABD'de de yüksek öğretimde, yani üniversitelerinde başörtüsünün yasaklanmayacağını düşünüyorum. AİHM büyük bir yanlış yapmıştır'' şeklindeki sözleri de laik devlet ilkesine aykırı olduğu öne sürüldü.

Arınç'ın, başörtüsünün yükseköğretim kurumlarında serbest bırakılması amacıyla Anayasa'nın 10 ve 42. maddelerinde değişiklik yapılması teklifinin görüşmeleri sonrasında yaptığı, ''...İnsanlar sokakta teneke çalmaya başladı. Yüzde 47 oy almış bir parti, mütevazi olacağım diye, teneke çalıp gürültü yapanların karşısında neredeyse mahcup durumda...'' şeklindeki sözlerine de yer verilen iddianamede, Arınç'ın başörtülü öğrencileri kastederek, ''...Onlar bu kıyafetiyle giremezken, çok sevgili arkadaşları hangi kıyafetle okula giriyorlar, hepiniz biliyorsunuz...'' şeklindeki açıklamasının da laiklik ilkesine aykırı olduğu ifade edildi.

HÜSEYİN ÇELİK'İN AÇIKLAMALARI

İddianamede, Milli eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in ''laik devlet ilkesine aykırı eylem ve demeçleri'' ise 9 başlık altında toplandı.

İddianamede, Çelik'in, mesleki teknik eğitim mezunlarına ÖSS'de uygulanan katsayılarla ilgili sorunu yapacakları değişikliklerle çözeceklerini söylediği,İmam hatip lisesi mezunlarının üniversiteye girişini zorlaştıran katsayı engelini ortadan kaldırmaya söz veren hükümet tarafından hazırlanan imam hatip lisesi mezunlarının üniversiteye girişlerine kolaylık sağlayan, üniversiteye giriş sınavını Milli Eğitim Bakanlığı ile Yükseköğretim Kurulu'nun ortaklaşa düzenleyeceğini ve kılık-kıyafet yönetmeliğinin üniversiteler tarafından hazırlanacağını öngören 'Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun' TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildiği, ancak Cumhurbaşkanı tarafından veto edildiği belirtildi.

Açık Öğretim Lisesi Yönetmeliğinde yapılan değişikliklere ilişkin gösterilen tepkileri değerlendiren Çelik'in, konuya ilişkin sözleri iddianamede şöyle yer aldı:

''Açıköğretim Lisesi Yönetmeliğine, sırf imam hatipliler de faydalanacak diye karşı çıkanlar, gerginliği hedefleyenlerdir... Yönetmelikte imam hatipler geçmiyor. Bu Yönetmeliğe 'İmam Hatip Yönetmeliği' adını koyuyorlar... Biz, 'Herkesin faydalandığı bir haktan imam hatipler de faydalansın' diyoruz. 'Hayır, onlar faydalanmasın' tavrının izahı yok...Hukuksuzluk yok, aksine, bir adaletsizliğin bir ölçüde de olsa giderilmesi var... Bir Milli Eğitim Bakanı'ndan beklenen, eşitlik ilkesine aykırı hareketler midir? Yoksa, ayrım yapmaksızın bütün memleket evlatlarını aynı muhabbetle kucaklamak mıdır?...Şimdi birileri, İmam Hatiplilerin nefes almasına karşı çıkıyor. Yani, biz 'Herkes nefes alacak' dediğimizde, hemen soruyorlar: 'İmam Hatipliler de nefes alacak mı?..' 'Evet, onlar da nefes alacak. Onlar nefessiz kalmasın' diyoruz. 'Hayır' diyorlar. 'Onlar nefes almasın. Onlar nefessiz kalsın.' Böyle bir yaklaşımı kabul etmek mümkün mü? ...Kanun geçmiş olsaydı, takılmamış olsaydı adaletsizlik giderilmiş olacaktı.''

Hüseyin Çelik'in, 2004 yılı Haziran ayında Isparta Yalvaç İlçesinde bir anaokulunun açılış töreninde, 2 türbanlı kızın ellerinde bulunan pankartlara atıfta bulunarak; ''...Meslek liselerini unutmuş falan değiliz, her şeyin zamanı vardır, siz bir şey yapmak istersiniz, onun zamanı gelmediyse, onu bir süre ertelemiş olabilirsiniz, ama biz bu haksızlığın bu yanlışlığın, bu zulmün giderilmesi için bundan sonraki süreçte de gereğini yapacağız, bundan emin olabilirsiniz'' dediği aktarıldı.

MÜFREDAT DEĞİŞİKLİKLERİ

İddianamede ayrıca, 2005 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğünce din kültürü ve ahlak bilgisi dersi müfredatında değişiklik yapılarak, öğrencilere ''dinsel etkinlik programı'' hazırlandığı, Talim Terbiye Kurulunun onayladığı programa göre; etkinlikler kapsamında ders veren öğretmenin öğrencileri camilere, mezarlıklara götürerek uygulamalı ders verebileceği de belirtildi.

Çelik'in, ''camide abdest, namaz ve mezarlık ziyareti gibi uygulamaları içeren etkinliklerin mecburi olmadığını'' belirttiği, ''...Müfredat hazırlanırken laiklik ilkesinden kesinlikle taviz verilmedi. Aksine laiklik ilkesini pekiştirmek esas alındı... Öğrenciler camilere götürülecek, abdest alınacak... Bunlar öğretmenin ne yapabileceğini anlatan bir cümledir. Bu bir mecburiyet değildir. Ama önemli olan sizin ne dediğiniz değil, iletişimde karşı tarafın ne anladığıdır. Bu meseleye ben de muttali olduğum zaman arkadaşlarıma dedim ki 'Bunları çıkarın'. Talim ve Terbiye Kurulu da çıkardı'' şeklindeki sözleri de iddianamede yer aldı.

İddianamede, Hüseyin Çelik'in, AİHM'in Leyla Şahin kararı ile ilgili, ''Karar, siyasidir. Avrupa tarihinde benzeri kararlar vardır. Bu, bir çeşit Dreyfus Davası'dır. AİHM'in Leyla Şahin ile ilgili verdiği kararı genelleştirirseniz, evdeki hanımların, tarlada başörtülü hanımların, bütün Müslüman başörtülü hanımların radikal fundamantalizmin birer sembolü, temsilcisi olduğu gibi yoruma varırsınız. Bu da son derece vahimdir. Mahkeme, Leyla Şahin davasında son noktayı koymuş olabilir, ama hak, hukuk son nokta tanımaz'' dediği de aktarıldı.

Çelik'in, Başbakan Erdoğan'ın ''ulema'' açıklamasıyla ilgili sözlerinin ''tefsire gerek olmayacak kadar açık'' olduğunu belirterek, ''(İnancım gereği yapıyorum) diyen insanın yaptığının dinde olup olmadığını tartışmak, size düşmez'' dediği aktarılan iddianamede, Çelik'in, ''...Yapılan, dini inançlardan dolayı yapılıyorsa, tesettür dinin emrine göreyse buna inanır veya inanmazsınız. Hakim hukuk kararlarıyla bunu yasaklayamazsınız. Türkiye Cumhuriyeti'nin, demokratik, laik, sosyal, hukuk devletinin sahibi biziz. Hiç kimsenin uyarısına ihtiyacımız yok'' şeklinde beyanlarına da yer verildi.

ÇELİK'İN KİTABINDAN ALINTI

İddianamede, Çelik'in, ilk baskısı Eylül 2002'de yapılan ''Türkiye'de Değişim, Demokrasi ve Aydınlar'' adlı kitabından da alıntılar yapıldı. İddianameye göre, Çelik'in kitabından yapılan alıntı şöyle:

''Amerika'da Washingtoncılık, İngiltere'de Churchillcilik, Fransa'da De Gaullecülük, Hindistan'da Gandicilik ve Pakistan'da Cinnahcılık diye bir şey yoktur, ancak Türkiye'de üstelik resmi ideoloji haline getirilmiş Atatürkçülük diye bir şey vardır... Bütün dünyada, milli lider olarak kabul edilmiş kimselerin değil, bizimki gibi binlerce, yüz binlerce büstüne, belki onlarcasına bile rastlanmaz... Atatürk büstlerinin önünde esas duruşa geçip saygı duruşunda bulunurken, özel defterlere yazdığımız yazılarda neredeyse onun ruhaniyetinden istimdat ederken bizim yaptığımızın adı nedir Allah aşkına? Halk ne yaparsa cehaletinin gereğidir, ama biz ne yaparsak ayn-ı hikmettir, öyle mi?...Dünyanın hiçbir yerinde ülkesini kurtarmış bir liderin öldükten sonra kanunla korumaya muhtaç hale getirildiği görülmemiştir...Atatürk'ü sevmek için geçmişi ayaklar altına almak zorunda olmadığımız gibi bu ülkede yaşayan herkesi ille de Atatürk'ü sevmek zorunda bırakmak gibi bir mecburiyetimiz de yoktur...''

İddianamede, bir soru önergesine karşı Çelik'in, öğrencilerinin çoğunluğunun türbanlı olduğu öne sürülen Özel Şefkat Kolejinde yönetmeliğe aykırı bir durum olmadığını açıkladığı, TÜBİTAK'ın ödül töreninde Milli Eğitim Bakanlığı müsteşar yardımcısının bu okulun türbanlı öğrencisine ödül vermesi hakkında ise; ''Öğrencilerin kılık kıyafetlerine ilişkin yönetmeliğin okul içindeki düzenlemeye yönelik olduğu, adı geçen öğrencinin diğer öğrencilerden ayrı olarak sonradan salona geldiği ve adı okununca geldiği, günlük kıyafetiyle gayri ihtiyari sahneye çıktığı dikkate alındığında bakanlığımız ilgililerinin öğrencinin başı kapalı olarak ödülünü alması hususunda kusurlu olmadıkları'' şeklinde konuştuğu belirtildi.

ÜAK'A ELEŞTİRİ

Çelik'in, Yükseköğretim Kanunu'nun Ek 17. maddesinde değişiklik yapılmadığı gerekçesiyle türbanlı öğrencileri üniversitelere almayan ve YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ı istifaya davet eden Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) üyelerini eleştirerek, ''...Hukuk devletinde anayasa hükmü değişse, yürürlüğe girse bile, özgürlükleri sınırlandırıcı bir şey olmamasına rağmen, 'Ben üniversiteme almam' sözünü dillendirmek kimsenin hakkı olamaz. Üniversite rektörlerin, yöneticilerin malı değildir. Pozisyonu ne olursa olsun, hukuk devletinde herkes haddini bilmek zorunda'' şeklindeki sözleri de iddianamede yer aldı.

Hüseyin Çelik'in, hakkında ''görevi kötüye kullanmak ve benzeri suçlardan suç'' duyurularında bulunulan Yök Başkanı Özcan ile ilgili, ''Soruşturma açmaya yetkim var. Ama ben YÖK Başkanı'nın söylediklerinin suç teşkil ettiğini düşünmüyorum. Soruşturmaya izin vermeyeceğim'' şeklindeki sözleri de iddianameye konuldu.