kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 12 Nisan 2007, Perşembe
Son Dakika
arama
atv
Kanal 1
ABC
SOLİ ÖZEL
İstanbul-Kahire
Mesud Barzani'nin altı ay önce verdiği anlaşılan bir mülakatta söyledikleri bilinen nedenlerle infial yarattı. Bu beyanlar PKK ile mücadelede ABD ile Türkiye'nin neredeyse eylem noktasına geldikleri düşünülürken ortaya çıktı. Belli ki Barzani Bağdat'taki durum kesinlik kazanmadan ve özellikle Kerkük meselesi kendi istediği gibi halledilmeden PKK konusunda bir adım atılmasını istemiyor. Tabii bu şekilde kendinde sahip olduğunun üzerinde bir güç vehmederek halkının geleceğine de gayet ağır bir ipotek koymaya başlıyor.
Bu konuşma üzerine başlayan tartışmalar ise daha kapsamlı şekilde Türkiye'nin Irak ve özellikle Irak Kürtlerine yönelik politikasının sorgulanmasını gündeme taşıdı. Bu tartışmanın hükümeti ilgilendiren tarafı olduğu kadar Türkiye'nin devlet politikasını ve söylemini ilgilendiren bir boyutu da var.
Bu tartışmalara koşut olarak da hala bitmemiş hesap defterleri de açıldı. Birincisi Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt'ın 16 Mart tarihli konuşmasında dile getirdiği Körfez Savaşı sonrası durumla ilgiliydi. Orgeneral Büyükanıt'a göre Türkiye 36'ncı paralelin kuzeyine Irak kuvvetlerinin geçmesini yasaklayan BM kararına destek vererek büyük hata yapmıştı.
Sınırlarına Saddam'ın ordularından kaçan 500 bin Kürt'ün yığıldığı Türkiye o dönemde farklı bir politika izleyemezdi. Bunun ötesinde kararı uygulamak için yaratılan ve süresi hep Milli Güvenlik Kurulu tavsiyesiyle uzatılan Çekiç Güç'ün uçakları Türkiye'den uçuyorlardı. Bu dönemde Türk ordusu Irak'ın kuzeyinde harekatlar yapabildi.
Madalyonun öteki yüzünde ise Iraklı Kürtlerin bu koruma altında devletleşmeye başlamaları vardı. O dönemin koşullarında yararlanılan bu durumdan şikayetçi olmak şimdi anlamlı değil. Zira asıl yapılması gereken bu yeni gerçeklik ışığında Türkiye'nin Irak ve Kürt politikasını değiştirmekti. Bunu yapacak imgeleme veya cesarete o dönemde ne Türk siyaseti ne de devletin güvenlik aygıtları sahipti.
İkinci hesap ise 1 Mart tezkeresiyle ilgili. Tezkerenin bilançosunun hangi hedeflere göre çıkarıldığının tartışılması gerek aslında. Kürt siyasi oluşumunun federatif bir Irak baskısını Türkiye'nin önlemesi muhtemelen kansız olamazdı. Bu arada Türkiye Irak'ta savaşa bulaşmadığı için hem AB reformlarını yapabildi hem de ekonomik büyümesini sürdürdü. Kuzey Irak da bu sayede Türkiye'nin ekonomik etki alanı içine girdi.

Hükümet hata yapıyor
AKP hükümeti ise yaklaşık bir yıldır sürekli bir halkla ilişkiler kampanyası içinde. Yapılan işler küçümsenemezse de bu halkla ilişkiler çabaları fazla öne çıkarılıyor. Merkez ülke olma iddiasının ille de bu olguyu dünyanın gözüne sokmaya çalışmakla geçerlilik kazanmayacağı anlaşılmıyor. Dahası bu iddia, iddia sahiplerini de etkilediği için hayal kırıklıklarına yol açacak değerlendirme hataları yapılıyor.
Güçler dengesi yanlış kavranıyor, kendi oyun planları olan İran, Suudi Arabistan gibi ülkelerin özgül ağırlıkları hafife alınıyor. Bu halkla ilişkiler yaklaşımının en son, ve gösterilen çabalar dikkate alındığında en hazin örneği, Irak'la ilgili genişletilmiş toplantının İstanbul yerine Kahire'ye alınması oldu. Türkiye tabii ki önemli bir ülkedir. Ama bunu herkese kendiniz hatırlatacağınıza onların bunu görüp size yaklaşmalarını beklemek hem daha vakur hem de daha yararlı bir yaklaşım olur.
Türkiye'nin genelde yaptıklarını iyi anlatamamak, yaptıklarının bilinmemesi ya da dikkatten kaçması gibi bir problemi vardır. Bunu gidermek amacıyla halkla ilişkiler ve iletişime önem vermesi de bu bağlamda doğrudur. Ancak halkla ilişkiler siyasetin yerine de geçmemelidir.