Bir deli bir örtüyü kaldırınca...
Bunca yıllık yazı hayatım fikirle eylem, duyguyla eylem arasına duvar örmeye çalışmakla geçti. Şiddete dönüşmedikçe, zora başvurmadıkça hiçbir duygunun ya da fikrin yasaklanmaması gerektiğini söyledim durdum. Fikrin kaçınılmaz olarak eyleme dönüşeceğini; dolayısıyla eylemi engellemek için fikrin ya da duygunun yasaklanması gerektiğini savunanlara karşı bir kitap dolusu yazı yazdım.
Bu çizgiyi korumak öyle göründüğü kadar kolay olmadı. En olmadık yaftaların boynuma asılmasını göze aldım.
"Faşist fikirlere de özgürlük" dediğimde faşistlikle suçlandım.
Nokta Dergisi'nde lezbiyenlikle ilgili ilk kapsamlı yazıyı yazdığımda "Yoksa sen de lezbiyen misin" diye mektuplar aldım.
Kadınların başörtü takma hakkını savunduğum yıllar boyunca, tesettürü savunmakla suçlandım.
Oysa; ne "faşist fikirlere özgürlük" derken faşizme sempati duyuyordum; ne lezbiyenliği anlamaya ve anlatmaya çalışırken kadınları lezbiyenliğe teşvik ediyordum; ne de türban takma hakkını savunurken, kadınların kapanmasından yanaydım.
Şimdi de "sübyancılığı savunmakla" suçlanıyorum. Çocuklara yönelik şiddetin fiskesine tahammülü olmayan ben; ister çocuklara, ister büyüklere yönelsin, cinsel tacizin her türlüsünün şiddetle cezalandırılmasını savunan ben; tacizcilere yeşil ışık yakmakla, bu suçu hoş görmekle itham ediliyorum.
Yazıma gösterilen tepkiler arasında en çok da, benim sanal kahramanlarla çocuk pornosu çekilmesi varsayımımı, somut bir öneri olarak algılayanlara şaştım.
Porno düşkünlerinin malzeme ihtiyacını karşılamak için pratik çözüm bulmak bana mı düşmüştü Allahaşkına!
Ben orada, çocuk pornosuna duyulan tepkinin altında yatan iki ayrı etkeni birbirinden ayırabilmek için, bir soyutlama yapmaya çalışmıştım. Çocukların zarar görmesi faktörünü bir an için bir kenara bırakarak geride kalana bakmak istemiştim. Çocuk pornosuna karşı dünya çapında yükselen öfkenin ne kadarı çocukların gördüğü zarar yüzündendir; ne kadarı cinsel ahlaka ilişkin bir tepkidir, bunu anlamak istemiştim.
Kısacası benim derdim anlamaktı. Hem sübyancıyı, hem de "bizi" anlamak...
Şimdi tekrar işin aslına dönelim:
Sübyancılık bir gerçektir; hem de çok yaygın bir gerçektir ve altında çok derin sebepler yatar.
Yapılması gereken, çocukları korumak ama arzuyu da tahlil etmeye çalışmaktır. Çocukları korumak, eylemi yasaklayarak olur. Duyguyu yok edemezsiniz. Yasaklayamazsınız. Duyguyu mahkeme önüne çıkartıp idama mahkum edemezsiniz. Sadece tahlil etmeye çalışabilirsiniz. O duygunun altında yatan sosyolojik, psikolojik, tarihsel, biyolojik, ahlaki nedenler üzerinde ciddi biçimde kafa yorabilirsiniz.
İnsan sosyal bir yaratıktır. Arzularını kontrol etmeyi bilir. Arzu, başkalarına zarar vermediği sürece, sahibini ilgilendirir.
Bir sübyancının arzusunu tehdit gibi algılamak ve cezalandırmak neye benziyor biliyor musunuz?
Erkekler kadınları arzularlarsa mutlaka tecavüz edeceklerdir diye düşünüp kadına duyulan arzuyu yasaklamaya...
Oysa öyle mi yapıyoruz? Arzuyu değil, tecavüzü cezalandırıyoruz.