Mustafa Denizli'nin bence başından sonuna yanlış olan Fenerbahçe serüveni, sağlığını daha fazla tehlikeye sokmadan sona erdi. Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım "Denizli beni kanser etti" demiş.. Gerçekte kanser olan biri varsa, o da Mustafa Denizli idi.. Dün gece onu, aylardan beri ilk kez neşeli, ilk kez yüzüne renk gelmiş gördüm.. Denizli sağlığını kazandı.. Hem fiziksel, hem de ruhsal sağlığını kazandı. Bu yüzden, hakkındaki oylama 22'ye 22 "Gitsin" diye çıkınca "Denizli'nin dostu kalmadı" diye başlık atanlara katılmıyorum.. O oylamada ben de olsaydım "Gitsin" diye oy kullanırdım. Sevgili dostumu bu işkenceden kurtarmak için..
Sabah gazetesi bana olaylar sırasında "Ne diyorsun" diye sorduğunda "Kendi düşen ağlamaz" demiştim..
Mustafa Denizli başından sonuna yaptığı hatalar dizisi sonunda bu günlere geldi. Gelmesine ben hiç şaşmadım. Çünkü böyle olacağını başından beri görüyordum. Denizli görmedi, ya da görmek istemedi..
İşte size bir özet!..
1- Milli takımdan ayrılması hataydı.. Mustafa Denizli, Türk Milli takımının şerefli yenilgiler, onurlu beraberlikler afyonundan kurtulup, riskleri göze alarak "Kazanma" amacına girmesini sağlayan, çıtayı yükselten, Türkiye'ye "Hücum Futbolu"nu getiren ve gerek kulüpler, gerek milli takım bazında, bugün ulaştığımız seviyenin temelini atan adamdı. Kendi başlattığı hareketi, 2000 yılında, Türkiye'yi tarihinde ilk kez Avrupa'da çeyrek final oynatarak, yani Avrupa'nın en iyi sekiz takımı arasına sokarak doruğa ulaştırmıştı.. Çekilen Dünya Kupası eleme kuralarında Türkiye en bedava guruba düşmüştü. Final garanti idi.. 1998 Dünya Kupası'nı Paris'te birlikte izlerken, Mustafa Hoca başını duvardan duvara vuruyordu.. "Ah burada olacaktık" diye.. 2002 Dünya Kupasına giderken, Dünya futbolundaki gerileme daha da net ortaya çıkmıştı. Yani Kore/ Japonya'da da en az bir çeyrek final ışığı yanmıştı.. Avrupa finallerine kalıp çeyrek final oynadıktan sonra, Dünya Kupasında da finale kalıp bu ikisini başaran ilk ve tek hoca olmak, hele Dünya Kupasında, Piontek'in Danimarkası gibi fırtınalaşıp efsane olma fırsatı, hocanın avcuna konmuştu.. Hayatının en yanlış kararını verdi, bıraktı, gitti.. "Üç ayda bir, bir hafta toplanıp idman yapmak bana yetmiyor. Ben haftalık heyecanların adamıyım" diyordu bana.. Ama ben asıl sebebin, Şampiyonlar Liginde sahaya çıkmak ve Avrupa'ya kendisini bir kez daha hatırlatmak olduğunu hissediyordum.
Milli takımı bıraktı. Hayatının fırsatını bıraktı.
2- Fenerbahçe'ye gitmesi hataydı.. Fenerbahçe camiasının Mustafa Denizli'yi sindiremeyeceği belliydi. Daha adı geçerken tribünlerde açılan pankartlar, köşe yazarlarına yağan faks ve e-mailler, camianın önemli bir bölümünün nasıl peşin hükümlü olarak ondan nefret ettiğini gösteriyordu. Galatasaray'da bütün camia arkasındayken, başkan Alp Yalman, yönetimi, sırf Denizli'yi düşünerek onun arkadaşları ile doldururken, bir iki çatlak sesten rahatsız olup giden Denizli "Ben bu ortamda nasıl çalışırım" diye düşünmedi hiç.. Galatasaray'da Faruk Süren "Ben oldukça kapıdan giremez" diye ileri geri konuşuyordu. Beşiktaş'ta Serdar Bilgili, nerdeyse anlaşma anlamında uzun bir görüşmeden sonra, ortadan kaybolmuştu. Mustafa Denizli ile Şampiyonlar Ligi arasındaki tek açık kapı Fenerbahçe idi.. Hocanın Avrupa hırsı ve ihtirası o kapının arkasında ne olduğunu bile bile içeri dalmasına yol açtı.
3- Fenerbahçe'de politik olamadı.. Başkan Aziz Yıldırım cebinden 40 milyon dolar vermişti Fenerbahçe'ye.. (Nasıl vermişti, nerden vermişti, kimse merak etmedi.. Sormadı, soruşturmadı, o ayrı..) 40 milyon lira verince, her başarının ona ait olması gerekiyordu. Oysa Denizli, takımla arasına başka hiç kimseyi sokmamakla ünlüydü. Başarıyı başkasının paylaşması, hiç değilse bir bölümünü sahiplenmesi ancak Denizli'nin imkan tanıması ile mümkündü. Denizli, yönetimden gelen tüm işaretlere göz yumdu. Aziz Yıldırım'ın yakınmalarının, onun "Saldır" görevli sözcülerinin atıp tutmalarının iç yüzünü merak etme gereği duymadı. İlkelerinden fazla ödün vermeden, onları mutlu edebilecek bir iki uygulama yapabilirdi. Yapmadı. Kendilerini, parası verilerek satın aldıkları oyuncakları elinden alınmış gibi hisseden bir gurup yönetici Denizli'den nefret ederek, onun zayıf anını gözlemeye başladılar. Diyarbakır olmasa, bir başka maçta bulacaklardı, nasılsa..
4- Medyada da politik olamadı.. Türk spor medyası, kimse kullandığım deyimden alınmasın, çünkü daha iyi ifade eden yok, kıç yalamaya alışkın olmayan Teknik Direktörleri pek sevmez.. Mustafa Denizli, durmadan büyük gazetelerin spor servislerini dolaşan, önemli yazarlarla sık sık yemekler yiyen, onların huyuna suyuna gidip, yalakalaşanlardan değildi. Arandığı zaman dahi bulunması zordu. Haber kaynağı olarak dahi cazip olamamıştı, gazetelere.. Bu yüzden özellikle futboldan gelen ve futbol oynadıkları sürece, Fenerbahçe'den Denizli'nin aldığı parayı asla alamamış olmanın kıskançlığı, belki de "Niye bu görev bize değil de ona" kompleksleri sonucu Mustafa Denizli aleyhine yazmak ve konuşmaktan özel zevk alanlarla yakın ilişkiler kurmayı da denememişti.
Fener yazarlarının en etkinlerinden birisi, yakınlarına Denizli'ye duyduğu öfke, nefret ve kini şöyle açıklamıştı mesela:
"Ben burda dururken, gelip bana danışmıyor, gidip Hıncal Uluç ve Adnan Polat'la toplanıyor. Fener için aklı, iki Galatasaraylıdan alıyor.."
Bu kadar aptalca bir iddiaya insan nasıl inanır anlamak mümkün değil. Bu bana söylendiğinde kahkahalarla güldüm. Galatasaray'dan ayrıldığından beri Adnan Polat'ın yüzünü görmüş değilim.. Bir kez bir arada olacaktık. Beni Gökçe Adaya rüzgarla elektrik elde eden tesislerine helikopterle gitmek üzere çağırdı. Söz verdim. Son anda işim çıktı gidemedim. Düşünebiliyor musunuz?.. Hem de her hafta toplanıyormuşuz.. Dedikodular, yalanlar, fesat teorileri dünyasında Denizli'nin ne işi vardı?.. Tabii en büyük yanlışının Türk spor medyasının nerdeyse yüzde 90'ının takıntılı olduğu Hıncal Uluç'la arkadaşlığını sürdürmesi olduğunu da bu paragraf içine almak lazım.. Hatırlayın.. Ben Denizli'yi "İçimizdeki İrlandalı" olarak eleştirirken, o medya nasıl keyifle arkasında yer alıyordu!..
5- Geçen yılın sonunda istifa etmeyişi hataydı.. Mustafa Denizli, sezon başında sadece 3 futbolcusu eski Fenerbahçeli bir takımın başına geçti.. Kimin emri ile toplandığı bilinen (Ayni kişinin emri ile, Diyarbakır dönüşü havaalanında toplanıp Denizli aleyhine, televizyonların yayınlamaya utandığı iğrenç çığlıkları atanlar da onlardı) kişilerce Fenerbahçe tesislerinde linç edilmek istenen kaptan Rüştü.. Daha düne kadar Trabzon geleneği içinde yetişmiş, birer yıllık Fenerli, Abdullah ve Ogün!.. Gerisi toplama bu takım, yeni hoca ile ilk yılında şampiyon olma mucizevi başarısına ulaşınca Denizli istifa etmeliydi.. "Benim bildiğim Denizli takımı şampiyon yapar ve gider" derken, ondan bu vizyonu bekliyordum. Ama Şampiyonlar Liginde oynama hırsı gözlerini öyle bağlamıştı ki, göremedi. Her türlü zilleti, aşağılanmayı göze alıp, bu gayya, bu zift, bu katran bataklığına bir daha daldı. Kuralar ters otursa, Galatasaray'ın bedava gurubu ona, onun en zorlu gurubu Galatasaray'a çıksa, amacına da ulaşırdı. Ama "Ballı" denen hocanın ne kadar balsız olduğu, sadece kuralarda değil, kazanılması gereken maçlar kaybedilirken de ortaya çıktı.
Denizli geçen yılın sonunda istifa edebilseydi, gerçek efsanenin kim olduğunu bugün dost düşman herkes kabul etmek zorunda kalacaktı.