Ben hâlâ birkaç gün önce bütün gazetelerimizin birinci sayfasında çıkan bir fotoğrafı unutamıyorum.
Arjantin'den bir fotoğraf!
Yok; "duyarlılık edebiyatı" filan ne işimdir, ne de şimdi sırası!
Gerçeğin hem çıplak hem de "derin" fotoğrafıydı bu, ondan!
Eminim sizlerin de aklınızın bir yerinde kalmıştır.
Bir anne, kucağına sımsıkı sıkıştırdığı renkli gazoz veya sıvı yemeklik yağ şişeleriyle polise yakalanmış.
"Yağma"dan topu topu iki pet şişeyle çıkmış.
Çünkü gıdaydı onlar, bu kadar yalın!
Yarım litrelik bile olsalar işlevleri çok açıktı...
Çocuklarının boğazından geçecekler, beş parasız kalmanın olağanüstü çaresizliğini bir güncük bile olsa dindireceklerdi belki... Koltuk altına sıkıştırılmış iki şişe.
Polislerin arasında, içine düştüğü "yamuk" durumu öylesine hissediyordu ki kadın; çaresizlik, direniş ve utancın; hepsi birlikte yüzünde donup kalmıştı.
Gazeteci olarak "içerden" dikkatimi çeken bir şey oldu!
Arjantin'de krizin son safhasının sosyal patlamaya dönüştüğü ilk günler boyunca gazetelerimizin yazı işleri neredeyse Arjantin'le alay ediyorlardı.
İnsanın ağırına gidecek bir yaklaşım baş göstermişti medyamızda. Yani ruhlarımız çoktan "dibe vurmuştu!"
Bir Arjantin'de marketlere saldıran insanların görüntüleri geliyordu önümüze, bir de "Bir bizim, bir de şunların haline bakın" yollu yorumlar Arjantinliler'i horlayarak yapılıyordu...
Garip ve kendinden menkul bir "Hıh! Beceremediler! Bir de bize bak!" tavrı gelişmişti...
Bütün bunlar o annenin fotoğrafıyla birlikte bitti.
"Arjantin'e ne oldu? sorusunu daha ciddi, daha sakin, daha derli toplu sormanın gereğini iliklerimize kadar hissettirdi o kadının yüzündeki çaresizlik ifadesi...