Kısa bir süre önce İstanbul'da para ile katılınan bir yabancı sermaye toplantısında bulundum.
Bu tür toplantıların değişmez bazı özellikleri vardır: Genellikle, Ankara'dan davet edilen bakan veya bürokratlar, söz verdikleri halde son anda gelmekten vazgeçerler. Yerlerine konuşmak üzere başkalarını yollarlar.
Örneğin, Başbakan çağrılmışsa, bir bakanını yollar. Davet edilen bakansa gelecek olan müsteşarıdır. Müsteşar davet edilmişse, yerinde müsteşar yardımcısını yollar.
Gelince de, öyle can atarak gelmezler. Yüzlerine bakınca bunu bir angarya olarak algıladıklarını hemen anlarsınız. "Benim kadar önemli bir adamın kalkıp, ta buraya kadar gelmiş olmasının ne kadar büyük bir lütuf olduğunun farkında olduğunuzu umarım," havasındadırlar.
Sonra sıra konuşmaya gelir. Kötü hazırlanmış, yeni hiçbir şey içermeyen, mesajı dinleyici kitlesine uymayan bir metin, monoton bir sesle kağıttan okunur. Ne bir espri, ne bir derinlik, ne bir zihin kıvraklığı kulağınıza gelir. Size öğrettiği en önemli şey, Ankara'da hiçbir şeyin değişmediğidir.
Konuşma biter. Az sonra bir kahve arası verilecektir. Öğleyin Boğaz'a nazır bir salonda bir yemek vardır. Ama bakan veya bürokratın böyle "fuzuli" işlere ayıracak vakti yoktur. Kağıtlarını ceplerine koyarlar ve ne kadar önemli olduklarının altını çizeceğini umdukları bir yürüme stili ile konferans salonunu terk ederler.
Geçen hafta katıldığım konferansta her şey yukarıda yazdığım senaryoya göre cereyan etti. Programda Hazine Müsteşarı'nın adı vardı. Toplantının açılış konuşmasını o yapacaktı. Ama toplantı açılır açılmaz Müsteşar'ın gelmemiş olduğu açıklandı. Onun yerine müsteşar yardımcısı gelmişti. Kalkıp cebinden çıkardığı kağıttan daha önce bin defa duyduğum bir şeyler okudu. İki üç dakika sonra dinlemekten vazgeçip başka şeylerin hayallerine daldım.
Sonra, "bye, bye..."
Müsteşar yardımcısı ne yaptığını sanıyordu bilmiyorum ama, bana göre, ne toplantıdan bir şey aldı, ne de toplantıya bir şey verdi. Başka maksatlar için daha yararlı bir biçimde kullanılabilecek bir zaman ve mekân dilimini hem kendisi hem de bizim için heba ettikten sonra mevcutlar arasından ayrıldı.
Tüccar gibi düşünen devletlerin temsilcileri böyle davranmazlar. Bu toplantıların networking için olduğunu bilirler. Orada kalıp network'lerine yeni isimler katarlar ve başkalarının onları kendi network'lerine katmalarına izin verirler.
Networking, iş geliştirme amacı ilef dostluklar ve tanışıklıklar ağı kurmak anlamına gelir. Bu dostluklar ve tanışıklıklar çok önemlidir. Çünkü, sonunda, her konuda olduğu gibi bu konuda da ne bildiğiniz değil, kimi bildiğiniz önemlidir.
Yabancı sermaye çekmek için başka devletlerin temsilcileri kapı kapı şirket dolaşır. Bizimkiler, işte böyle, kapılarına gelen şirketlere 2-3 dakikalık konuşma (ya da Amerikalılar'ın dediği gibi "yüz zamanı")f firsatı tanımayı bile düşünmez.
Koskoc
a Türkiye Cumhuriyeti'nin bakanları ve bürokratları yabancı işadamlarının ağız kokusunu mu çekecek! Canları cehenneme! Beğenmeyen başka kapıya!